Ümitsizlik, her gelişmeye engeldir

Sistemden kaynaklanan ve kronik hale gelen köklü sorunlar akşamdan sabaha çözülemezler. Hele sorun çok boyutlu ve çok aktörlüyse çözüme ulaşmak da çok boyutlu ve kapsamlı çabaları gerektirir. Kürt meselesi bağlamında ortaya çıkan terör belasından kurtulmak da daha büyük bir gayret ve sabır gerektirir.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin dediği gibi, “Yüz seneden beri harâba yüz tutan birşey, birden yapılamaz”.

Türkiye demokratikleştikçe, adalet ve hakkaniyet sistemin kılcal damarlarına kadar sirayet ettikçe tedrici bir şekilde sorunlarımızdan kurtuluyoruz. Demokrasi ve özgürlükler devrimsel bir şekilde bir gecede hayata geçemiyorlar.

Said Nursi zamanında da bugünkü anlamda demokratik bazı kazanımları temsil eden Meşrutiyet’in bir anda hayata geçememesinden rahatsızlık duyulmuştur. Üstad hazretleri işin zorluğunu anlatırken sosyal ve siyasi yapının kökleşmiş olumsuzluklarının perde olduğunu şöyle ifade eder: “Zîra sizin şu vahşetengiz, cehaletperver husumetefza olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehalet ejderhasından, husûmet kurtlarından bîçare meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesaret edemez. Eğer siz tembel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tembellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz.”

 

O dönemdeki ağalıklar, feodalite, cehalet üzerine kurulu bir kısım ataerkil yapılar demokratik yöntem ve değerlerin yerleşmesini zorlaştırmıştır. Yakın dönemde ise toplumsal yapıdaki zorluklardan ziyade siyasi yapıdaki olumsuzluklar asıl büyük engel olarak öne çıkmıştır. Menfaat şebekelerinin arkasına gizlendikleri ideolojilerle örülen vesayetçi yapılar demokratikleşmenin önünü kapattıkça kronik sorunlar daha da kangren hale gelmiştir.

***

Doğu ve Güneydoğu’da demokratik siyasi değerlerin yerleşememesi ve normal akışına kavuşamaması, terör sorununun doğurduğu gayrıtabii durumun bir neticesidir. Baskı, zulüm, tehdit ve korkutma, özgür iradenin şekillenmesini, alternatif yapıların ortaya çıkmasını zorlaştırmaktadır. PKK ve uzantıları sadece kendiyle ilişkili yapıları üzerindeki serbestliği sorun olarak takdim ederken, gerçekte bizatihi bu yapılar bölge insanının özgürlüğünü boğmaktadır.

Bediüzzaman bugünden çok da farklı olmayan o günkü hali şöyle tasvir ediyor: “Zîra eski zamanın adamlarına benzersiniz. O nazik meşrûtiyet, İstanbul havalisindeki yılanlardan kurtulsa, şu uzun mesafeden geçmekle, cehalet gibi müthiş bataklığı, fakr gibi mütevahhiş kıraçları, husûmet gibi gayet keyşer dağları katetmekle beraber, eşkiyaya rast gelecektir.” Baskı ister feodal yapılardan gelsin ister terör örgütünden fark etmiyor. Bu tür baskıcı yapılar neticede gelişimin önüne set çekiyor, gelişme istidadını törpülüyor.

Meşrutiyet sürecinde nasıl engeller çıkmışsa bugünkü demokratik çözüm sürecinde de bir kısım engeller ortaya çıkmaktadır. Yine Üstad’ın dilinden devam edelim: “Ezcümle, bazı ceza-i sezasını (layık olduğu cezayı) hazmetmeyen, bir kısım da başkasının etini yemekten dişi çıkarılan ve bazı bir meşhur Bektaşi gibi mânâ verenler, yol üzerine çıkıp, gasp ve garet (yağma) ediyorlar. Daha onların öte tarafında da bir kısım gevezeler vardır; bazı bahane ile, parça parça etmek istiyorlar. Öyle ise, ona bir yol veyahut bir balon yapınız.”

 

Her hayırlı süreci farklı gerekçelerle akamete uğratmak isteyenler çıkabiliyor. Hatta çözüm ister gibi görünen çoğu aktörün söylemlerine bakınca insanın ‘gölge etmeyin başka ihsan istemez’ diyesi geliyor. Özellikle Kandil’den yapılan açıklamalar süreci yokuşa sürmekten başka bir anlam ifade etmiyor.

En iyisi Bediüzzaman’ın şu anlamlı sözleriyle noktayı koyalım: “Yeis (ümitsizlik), aczden gelir. Yeis, mâni-i her kemâldir (her gelişmeye engeldir). Hamiyet ise, şiddet-i mevânia (engellere) karşı şiddetle metânet etmektir. Çabuk yeise inkılâp eden hamiyet, hamiyet değildir.”