Ümmet şuuru!

İslam'a karşıtlıklarını kimi deyimler üzerinden yürüten seküler kesim en çok da şeriat, tarikat, cemaat, hilafet ve ümmet gibi deyimleri kullanmaktadır.

Her ne kadar dini istismar edenlerin yanlış hal ve hareketleri onlara malzeme veriyor olsa da inkârlarını bu deyimler üzerinden yaparak subliminal(bilinçaltı) mesajlar vermeyi tercih ediyorlar.

Bugün kısaca ümmet deyimi üzerinde duralım.

Seküler kesim sahip olduğu kültür gereği daha çok ümmetçi kelimesini kullanarak dindarları tahkir etmektedirler.

Dini dışlayan hayatlarında dine ait ne varsa ondan uzak durmakta, durmakla da yetinmeyip dini olan her şeyi eleştirmektedirler.

Ümmet deyimi bunlardan biridir.

Aslında ümmet kelimesinin "kendilerine peygamber gönderilmiş topluluk, kavim, her kabileden bir grup insan, her canlı cinsi, bütün iyilikleri şahsında toplamış kişi veya kendisine uyulan önder" gibi birkaç anlamı vardır.

Ama bugün İslam dünyasında ümmet denince anlaşılan, "Hz. Muhammed'e iman edip tâbi olan kitleler" dir.

Seküler kesim tam olarak da bunu kasteder.

Oysa ümmet deyimi bütünleyici birleştirici toparlayıcı, kaynaştırıcı ve hatta seküleri bile kucaklayan bir deyimdir.

Çünkü Peygamber Efendimiz belli bir topluma gönderilmemiştir. O bütün insanlığa gönderilmiş bir rahmet elçisidir.

İnananıyla inanmayanıyla bütün insanlık onun ümmetidir. Onun davetine çağrısına muhataptır.

Ümmet şuuruna sahip bir mümin hiç kimseyi inancı ne olursa olsun dışarda tutmaz.

Zira Hz. Peygambere iman eden Müslümanlara ümmet-i icabet (daveti kabul edenler) denir. Diğerlerine ise ümmet-i davet (davet edilecekler)denir.

Yani Müslüman olmayanlar da İslam çağrısına muhatap kimseler olarak Peygamberimizin davet ümmetidir!

Özetle Müslüman, kimseyi ayırt etmeksizin herkese Peygamberin ümmeti olarak bakar kimseyi dışlamaz, tahkir etmez, aşağılamaz tam tersine kucaklamaya ve davet etmeye gayret eder.

Davetin de illa sözle olması gerekmez. Hal ile yani örnek yaşantıyla davet kâl ile yani söz ile yapılan davetten daha etkilidir.

Hal ile davet ise kişisel yaşantıdan ilmi gelişmeye maddi kalkınmaya ve teknolojiye kadar her şeyi içerir.

Bu bağlamda İslam'ın uzak coğrafyalara yayılmasında Müslüman tüccarların örnek davranışlarını hatırlamak gerekir.

Kuran'da anlatılan Sebe kraliçesinin Müslüman olmasında kalkınmışlığın etkisine işaret vardır. Tahtının kilometrelerce uzaktan göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir sürede Hz. Süleyman'ın huzuruna getirilmesinden etkilenmeyen Sebe kraliçesinin kalkınmanın bir göstergesi olan mücella bir salondan etkilenmesi hal ile tebliğin/davetin önemine işaret eder.

Bursa'da kimsesizleri ayrım yapmadan kurduğu huzur evine alan Hatice Dilruba Hanımın ümmeti olduğu Peygamberinin, "İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır." ilkesinden hareketle kimsesiz yaşlı bir Ermeni teyzeyi huzurevine alıp ona insanca davranması sonunda o yaşlı hanımın, "Ben senin inandığın Allah'a inanmak istiyorum." diyerek Müslüman olması hal ile tebliğin en güzel örneklerinden biridir.

Esas olan konuşmak değil yaşamak ve yaşatmaktır.

Seküler kesimin kutuplaştırıcı anlamında kullandığı ümmetçi deyimi ise Müslümanlara ait bir deyim değildir.

Müslümanlar ümmetçi değil, ümmetin mensuplarıdır.

Ümmet, Peygamber Efendimizin yolunu yol bilenlerdir ki en doğru yol O'nun yoludur!

Üstad Necip Fazıl ne güzel söylemiş:

Sen, hiçliğe bakan yön!

Hep sıfır, arka ve ön!

Dosdoğru Kâbe'ye dön!

O'nun Ümmetinden ol!

Gel dünya, mundar kafes!

Gel, gırtlakta son nefes!

Gel, Arşı arayan ses!

O'nun Ümmetinden ol!