Üniversite atamalarında üç maymunu oynamak

Ben de bir üniversite çalışanıyım. Üniversite çalışanı olmamız, üniversitelerdeki bütün tuhaf işleri onayladığımız anlamına gelmiyor. Pek çoğumuz birçok şeyden rahatsızız; ancak, mevzuat ve teamüller dolayısıyla, üniversitelerdeki tuhaf işlere pek fazla ses çıkarmıyoruz.

Üniversitelerdeki tuhaf işleri saymakla bitiremeyiz. Ancak listeyi nasıl oluşturursanız oluşturun, akademik kadro ilanlarında yaşanan durum, bu tuhaflıkların başında gelir.

Akademik rasyonalite

Üniversitedeki işleyişleri bilmeyenler, bilim ve rasyonaliteyi temsil eden kurum olarak üniversitenin işleyişinin de gayet makul ve rasyonel olduğunu düşünür. Örneğin, bir üniversitede çalışan doçent birisinin profesörlüğe yükseltilmesi nasıldır diye üniversite dışındaki insanlara sorsak, alacağımız cevap muhtemelen şudur: Profesörlük şartları vardır, doçent birisi bu şartları tamamladığı zaman, başvuru yapar, başvurusu incelenir, şartları uygunsa, profesörlüğe yükseltilir.

Ancak üniversitelerimizdeki durum bu kadar rasyonel değildir.

Diyelim ki, profesörlük şartları taşıyan bir doçentsiniz, o zaman üniversiteniz bölümünüze bir profesörlük kadrosu ister. Daha sonra -tuhaflık burada başlıyor- aslında sizin için istenen bir akademik kadro doldurulmak üzere, mevzuata uygunluk açısından yani sırf göstermelik olsun diye, gazetelerde ve web sitelerinde yayınlanır.

Üniversitede çalışmayanların bu tuhaf durumu yanlış anlamaması için başka bir şekilde söylersek: Üniversitedeki herkes, hangi kadronun kimin için çıktığını bilir ve zaten ilanlardaki özel şartlar da buna göre düzenlenir.

Ancak sanki böyle bir şey yokmuş gibi, adeta açık bir pozisyon için gerçekten ilana çıkılıyormuş gibi yapılır. Avam tabirle, herkes üç maymunu oynar: Görmedim, duymadım, bilmiyorum. Daha komiği, gerçekten de açık bir pozisyona önceden bilinmeyen bir personel aranıyormuş gibi yapılarak, akademik ilanların kişiye özel çıktığı medya aracılığıyla skandallaştırılır. (Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesinde geçen yıl yaşanan, ilana alınacak isimlerle birlikte çıkılması olayı, bunun abartılı ve hiper-gerçek bir versiyonu.)

Son zamanlarda ilanları notere onaylatmak da popüler. Kimin alınacağı önceden belli diye isimler noterden onaylatılıyor. Ancak kendimizi kandırmayalım, zaten böyle çalışıyor üniversiteler Türkiye’de. En köklü üniversiteler de dâhil buna. Arada üniversite yönetiminin kadro vermek istemediği isimler başvurduğu zaman da çeşitli mağduriyetler yaşanabiliyor.

Sahici olalım

Akademik kadro ilanlarında görüldüğü üzere, göstermelik iş yapılması, ayıptır ve israftır. Bu düzen dolayısıyla oluşan çok sayıda mağduriyet var. Bu mağduriyetlerin mahkemelerde çözülmesi veya çözülmemesi de, üniversitenin ayıbıdır. Özünde akademik liyakate dayalı olan bir mesele, pek de akademik olmayan yollarla şekilleniyor.

Yanlış anlaşılmasın, amacım, üniversitelerde rektörler ya da diğer yöneticiler eliyle yapılan haksızlık veya hukuksuzlukları savunmak değil. Nihayetinde, bu hukuksuzlukların da nedeni, üniversitelerde akademik liyakate dayalı bir atama kültürünün eksikliğidir. Bunun da sorumlusu bizzat üniversite çalışanlarıdır. Liyakate dayalı bir kültür oluşturmanın da maalesef bir kolay yolu ya da “quick fix”i yok.

Hakkı savunması ve hakikati araştırması beklenen ve bilimin beşiği sayılan üniversiteler, bu kadar tuhaf bir duruma nasıl geldiler, herkesin oturup düşünmesi lazım. Akademisyenler, bölüm/fakülte yöneticileri, rektörler ve YÖK, sahiciliği ve makulü aramalı, mevzuatı ona göre yeniden düzenlemelidir.

Aksi halde, kendimizi kandırmayalım; Türkiye’de üniversite, akademik kadrolara atama ve yükseltme gibi kendi akademik meselesini kendisi çözmekte zorlanan ve sayısız mağduriyetler üretmeye açık bir kurumdur. Umuyorum, liyakati gözeten ve alabildiğine şeffaf bir atama ve yükseltme rejimi kurulması için çalışmalar yapılır.