‘Üstün akıl’a şapka çıkarıyorum...



Herkes ‘sözün bittiği yer’ diyor, ama bence ‘yolun sonu’ bu... Böyle olduğunu en az anlayanlar ise, uçurumun kenarında duranlar; oradalar, ama bundan sonra çıkış bulunmadığını görmüyorlar...

‘Islak imza’ kavramını günlük konuşmalara sokan AKP’yi ve Fethullah Gülen Cemaatini Bitirme Planı’nı herhalde hatırlayacaksınız... Bir albay tarafından hazırlandığı ileri sürülen, onun inkâr ettiği çalışmaya göre, askerler, iki tarafla da hesaplaşma niyetindeymişler...

Doğrudur, yanlıştırı tartışmıyorum; o belge sahih de olmayabilir, beni o da ilgilendirmiyor... Birileri öyle bir çalışmayla ikili vuruş yapılabileceğini öngörmüşler...

Öngörmüşler, ama en temel noktayı öngörememişler: İki tarafın birbirini yok etme enerjisini...

Daha üstün bir akıl bunu görebilmiş ve 30 Mart’la başlayan seçimler sürecini çatışma amaçlı kullanıyor...

Türkiye gibi bir ülkede siyasi iktidarın nefesi nasıl kesilir? Onun en diri, en yaygın, en global sivil gücü nasıl yok edilir?

Kendi hallerine bırakıldığında ve sırt sırta verdiklerinde bu ikili yenilemiyor; tam tersine, ‘Evet’ oylarının zirveye çıktığı (yüzde 58) 12 Eylül 2010 referandumunda yaşandığı üzere, her ikisi birden, hem içeride hem de dışarıda, varlıklarını daha da sağlamlaştırıyorlar...

Cemaat’in kollarının uzandığı ülke sayısı 160’a boşlukta mı çıktı? Hayır. Pek çok ülke “Bize de gelin” çağrısını arkasında Türkiye Cumhuriyeti ve Tayyip Erdoğan hükümeti olduğu bilindiği için yaptı. Okullar açılınca işadamlarımız o ülkelere akın etti; yolcu trafiği artıyor diye THY uçak seferi koydu, THY ile kısa sürede varılabilir olduğu için de iş dünyamızın o ülkelere ilgisi daha da arttı...

“Ak Parti oylarının artışında, ülke ekonomisinin canlanışında, vesayetlerin kırılışında Cemaat’in hiç rolü olmadı” diyen doğru söylemez. “Ne istedilerse verdik” deniyor ya, öyle bir noktaya yalnızca hamiyet duyguları sebebiyle gelmedi hükümet; Cemaat’in varlığının siyasette elini güçlendirdiğini gördüğü için de geldi.

Sivil hayatta Cemaat serpildi, büyüdü, güçlendi ve muarızları tarafından “Bitirilmesi gerek” hükmü verilecek, icabına bakılması için tezgâhlar kurulacak bir özellik kazandı; ancak Cemaat’in Ak Parti ve hükümet ile yakınlığı her türlü ‘bitirme’ niyetinin önünde engeldi.

Hükümeti zayıflatmak, Ak Parti’yi geriletmek o kadar kolay değil; tam tersine, her seçimde oyunu artırarak ‘hâkim parti’ hüviyeti kazanan bir siyasi kuruluş AKP... İçeride destek zemini sağlamlaştıkça dışarının ilgisini çeken, dışarıdan övgü aldıkça kendinden daha emin hale gelen bir siyasi kuruluş...

Plancıların öngöremediğini görebilen ‘üstün akıl’,iki tarafı birbirine kırdırma yöntemiyle, hem Cemaat’i hem de hükümeti zor duruma sokmayı başardı. Twitter, YouTube, Facebook gibi sosyal medya araçları kullanılarak servise sokulan ses kayıtları sadece kafaları karıştırmıyor; aynı zamanda zararı hafifletmek için onları yasaklamaya kalkıştığı için, hükümet, düne kadar kendisine gıptayla bakan ülkelerin gözündeki değerini de yitiriyor.

Ne kadar yazık.

Buna karşılık, Cemaat de, bütün bunları yapan güç olarak, içeride düne kadar kendisine sempatiyle bakan kitleler gözünde Frenkeştayn’a dönüşüyor. Dış ülkelere kimbilir nasıl görünüyor?

Fethullah Gülen’in hakkında hep iyi şeyler söylediğini kulaklarımla işittiğim Melih Gökçek ağlamaklı bir ifadeyle şunu haykırıyordu dün: “20 yıldan beri benimle içtikleri su ayrı gitmeyen bu kardeşlerime ben ne yaptım? Hangi kötülüğü yaptım? Hangi kötü sözü söyledim? Hangisinin kalbini kırdım? İnsanların gözleri böyle nasıl kör olabiliyor?”

‘Kör olmak’... İşte bu...

Dışişleri bakanının makam odasına konulan böcekle yapılan dinlemelerin yerleştirildiği YouTube’un kapatılması hükümeti dış dünyada biraz daha zayıflattı; ancak ‘olağan şüpheli’ konumundaki Cemaat’i herkesin gözünde ne yaptı?

Gazetelerine baktım, bunun hiç farkında değiller...

Nasıl olur da yolun sonuna gelindiği görülmez; hayret ki ne hayret!!!