Uzakdoğu’nun hümanist ustası

Hong Konglu usta yönetmen Ann Hui, Altın Çağ ile bu yıl Venedik ve Busan festivallerinin baş köşesinde. Eksi 30 derecedeki çekimler onu çok yormuş ama önemli bir yapıta imza atmanın da gururunu taşıyor.

Sinema dünyasında kendine saygın ve güçlü bir yer edinebilmiş kadın yönetmen sayısı azdır. Ann Hui, Uzakdoğu sinemasından yükselen az sayıdaki uluslararası kadın ustadan biri. Türkiye’deki sinema izleyicileri Hong Konglu yönetmenin erken dönem filmlerine aşina değil ama 2011 tarihli Sade Bir Hayat adlı filmini festivallerde izledik. Alamet-i farikası yalın ve zarif bir biçemle karakterlerine sevecen bir yaklaşımda bulunmak olan hümanist bir sinemacı olarak tanınır Ann Hui. Geçen ay Hui başkanlığındaki 71. Venedik Film Festivali Ufuklar Resmi Bölüm jürisinde görev aldım ve bu müstesna sinemacıyla bol bol sohbet edip onu tanıma olanağı buldum.

Hui, bu hafta Güney Kore’deki 19. Busan Film Festivali’nde el izi alınarak ölümsüzleştirilen yönetmenler arasına katıldı. Bu seremoni bir tür onursal ödül anlamına geliyor. Venedik Film Festivali’nin kapanış filmi olan Hui imzalı Altın Çağ da Busan programının gözdelerinden biriydi. Ang Lee’nin Dikkat, Şehvet adlı filmiyle üne kavuşan Çinli aktris Wei Tang’ın başrolü üstlendiği film Çin kültürünün marjinal edebiyatçılarından Xiao Hong’un hayatını konu alan uzun bir epik. Altın Çağ, 178 dakikalık süresinde, Xiao Hong’un doğumundan başlayarak Çin tarihinin de önemli olaylarına denk gelen 31 yıllık ömrünü anlatıyor. Xiao Hong’un yaşadıkları o çağda ne kadar yetenekli ve güçlü olursa olsun, bir kadının çekebileceği çileler silsilesini oluşturuyor.

JAPON ANNE VE ÇİNLİ BABA

Ann Hui, filmdeki karakterlerin yer yer kameraya dönüp anlatıcı rolünü üstlendikleri Brechtyen bir tarzla zamandan tasarruf etmiş. Böylece hem hiçbir önemli dönemeci atlamamış hem de bu öykünün asıl dramatik olan yanlarına odaklanabilmiş. Eğer filmi yolculuklar, göçler, vb. somut ayrıntılarla doldursa Xiao Hong’un hayatında ve eserlerinde belirleyici olan insan ilişkilerini, aşkları, edebi çevreleri hakkıyla yansıtmak için beş altı saatlik bir film yapması gerekirdi! Altın Çağ, o zaman sıkıcı bir  dönem filmi olurdu. Kaçınılmaz olarak söze dayalı, gücünü diyaloglardan alan bir yapım ama iyi oyunculuk ve iyi kurguyla izleyiciye süreyi pek de hissettirmeden kendini izlettiriyor.

Ebeveynlerinden de sevdiği adamdan da çekmediği kalmayan ve tek dileği huzur ve sükunet içinde yazacak bir ortam bulmak olan Xiao Hong’un -bu filme yansıtıldığı biçimiyle- hayatına duygulanmadan tanık olmak mümkün değil.

Ann Hui, elbette kadın meselesine duyarlı bir yönetmen. Japon annesi, onu II. Dünya Savaşı ertesinde göçmen olarak yaşadığı Mançurya’da dünyaya getirmiş. Japonya’nın Mançurya’yı işgalinin bugün de hala Çin’de önemli bir siyasi travma olduğu düşünülürse, Çinli-Japon bir çiftin neler çekebileceği kolayca anlaşılır. Zaten onlar da çareyi Makao’ya göç etmekte bulmuş. Ann Hui, sonradan yerleştikleri Hong Kong’da büyümüş.

Yönetmenin edebiyat ve sinemaya ilgisi genç yaşta başlamış. İngiliz edebiyatı öğrenimi üzerine London Film School’da sinema eğitimi onun sağlam altyapısını oluşturuyor. Kariyerinin büyük bir bölümünü televizyon çalışmaları kapsıyor. Hükümetteki yozlaşmaya dair belgeseller yapıp başını belaya sokmuşluğu da var. Çoğu Hong Konglu yönetmen gibi ana akım ticari sinemaya katılıp, janr filmleri çekmedi. 1979 yapımı ilk filmi The Secret ile 80’li yıllarda Hong Kong sinemasının yeni dalgasına dahil oldu. Ailesinden de gelen birikimle her daim bireylerin kimlik ve aidiyet sorunsallarına odaklandı. Memleketlerinden göç etme ve göçmen olarak yeni bir yere uyum sağlama temalarını ele aldı. Ünlü Vietnam Üçlemesi bu temaların tipik örnekleri. Sallarla kendilerini kurtarmaya çalışanların trajedisine değinen Boat People filmini izleyen bir daha unutabilir mi?

“Her filmimde bir şekilde ben ve ailem vardır” diyen Ann Hui, 1990 yapımı Song of the Exile’ı “Yarı otobiyografik” diye tanımlıyor. Londra’da okuduktan sonra kızkardeşinin düğünü için eve gelen bir genç kadının, Japon annesiyle onun anavatanına yaptığı yolculuğu anlatan filmi izleyince başka türlüsünü düşünmek mümkün değil zaten.

Altın Çağ, Hui için ayrı bir önem taşıyor. Eksi 30 derecede haftalar boyu süren çekimler onu çok yormuş. “Epik sinema, gençlikte yapılması gereken bir iş” diyor! Fakat sinemacı ve kadın olarak önemli bir yapıta imza atmanın da gururunu taşıyor.

ANA EKSENİ TOPLUMSAL GERÇEKÇİLİK

HuI, 1990’larda Summer Snow, 18 Springs, Ordinary Heroes ve 2002’de July Rhapsody adlı filmleri ona uluslararası alanda ödüller kazandırdı. Alamet-i farikası bu dönemde iyice belirginleşti. Toplumsal gerçekçilik Hui’nin sinemasının ana ekseninde yer alır. Hong Kong’un o şık gökdelenler ve pek meşgul iş dünyasının gölgesindeki yoksulluk ve işsizlik, The Way We Are ve Night and Fog adlı filmlerinde beyazperdeye yansıdı. Hui, Hong Kong’un meşhur wu xia, dövüş sanatları filmlerine örnek de yaptığında bir kadın yazarın eserini uyarlamayı tercih etti. Eileen Chang’ın The Book and the Sword kitabını iki ayrı filme uyarladı: The Romance of Book and Sword ve Princess Fragrance. Nihayet yapımcılara da kendisine de cazip gelecek bir orta yol bulduğunu söylüyor bu filmlerle. Yine de ekonomik zorluklar onu televizyona döndürdü hep.