Üzgünüm

Nil’e bakıyor, Four Seasons Oteli. 

Musa Peygamber’i Nil’in ılık sularına bırakılan bir sepetin içinde Firavun’un sarayına götüren Allah’ın Nil’ine. Musa Peygamber’i Firavun’un sarayında büyüten Allah’ın Nil’ine...

‘Çocukları öldürün’ dedi Firavun. ‘İsrailoğuları’nın çocuklarını öldürün, yarın başıma bela olmasınlar.’

Hazret-i Ömer’in bir mektupla durdurduğu Nil...

Bir kadın ölmesin, bir kadın kurban edilmesin diye, bir mektupla sınırlarına çektiği Nil.

Nil’e bakıyor, Four Seasons oteli. Dört mevsim Nil’e bakıyor.

Ya Filistin’in kanlı sahilleri? Ya yeryüzünün en büyük hapishanesi Filistin? Ya o hapishanenin en büyük, en kanlı hücresi Gazze?

Oradan bakılabilir mi Akdeniz’e?

Kanadalı bir kadının şiirini dinledim az önce. Filistinli bir kadının diliyle zulmü anlatıyordu. Son gökyüzü parçasının işgal edildiğini. Onlarca ölüyü, yüzlerce ölüyü...

Dua ettim Kanadalı kadına. Nil’in kıyısından, dua ettim.

İsrailoğulları, Firavun’u dinliyor. Dinliyor ve itaat ediyor.

Firavun’un sihirbazları, Musa Aleyhisselam’ın sihir yapmadığını görünce secde etmişlerdi Musa’nın Rabbi’ne... İsrailoğulları, Firavun’a secde ediyor.

Filistinli çocukları öldürüyor İsrailoğulları. Firavun’a secde ediyor, İsrailoğulları mı bunlar, Firavunoğulları mı?

Yakub Aleyhisselam, mahzun bir peygamberdi, bu katiller kimin oğulları? Ağlamaktan kör olmuştu gözleri. Bunların gözleri niye kör?

Firavun’un oğulları, gaz odalarının sahibi Hitler’e selam gönderiyor.

Bir ilan-ı aşktır bu. İsrail, Führer’e ilan-ı aşk ediyor.

Gamalı haç yağıyor Gazze’de evlerin üstüne. Tevrat’ın hakikatine ihanet yağıyor.

Hayatı öğreniyor, Filistinli anneler. Bir daha ‘anne’ diyemeyecek çocukların yüzüne bakarak, hayatı öğreniyor.

Öğrenmek övülmüştür. Bu yüzden öğreniyor Filistinliler.

Filistinli çocuklar ölmeyi öğreniyor, bir daha ölmeyecek oldukları halde.

Çünkü Filistin’de okullar açık ve müfredat bu! Ölmeyi öğrenmek.

Nil, Afrika’yı neredeyse boydan boya bölüyor. Masamdaki ok işaretinden anlıyorum, ben Nil’in Kızıldeniz tarafındaki yakasındayım.

Ok işareti kıbleyi gösteriyor, Mekke’yi. Kuds-i Şerif’in kardeşi Mekke’yi.

Harem-i Şerif’i, Kabe-i Muazzama’yı gösteriyor.

Mesci-i Aksa’ya da ‘harem’ diyebiliriz. Bize mahrem orası ve kapısında İsrail askerleri duruyor. Öyle mahrem.

Altını, İsrail oyuyor. Öyle mahrem.

Ben, Kahire’deyim. Müthiş canım sıkılıyor.

Filistin’e doğru bakamıyorum. Kendime doğru bakamıyorum.

İsyanın eşiğindeyim ve hazırım, kendime isyan etmeye. Zaten hepsi bu, başkasına isyan edemeyince, kendine isyan ediyorsun.

Kafam bozuk ve dilime küfürlerden, lanetlerden başka bir şey gelmiyor.

Yazma yeteneğimi kullanarak, küfürleri, lanetleri işte böyle, sallapati kelimelere, yıkık dökük cümlelere dönüştürüyorum.

Aynı yerdeyim; bütün ideolojilere, bütün edebiyatlara, retoriklere, laf ebeliklerine, bütün lüzumsuzluklara lanet okuduğum yerde.

Böyle bir şey, bir kaç kez geldi başıma. Bir defa Somali’de, bir defa Bosna’da, Allah bilir Serebrenitsa’da. Bir kaç defa Filistin’de. Allah bilir en çok Filistin’de.

Aklım, gelip kafama yerleşmiyor. Aklım, gelip kalbime yerleşmiyor.

Nil kirli akıyor. Dünya, kirli akıyor.

Doğru dürüst bir laf etme imkanına sahip değilim.

Bugün, bütün diyebileceğim budur. Dilimin döndüğü bu kadardır. Benden hayli uzaklaşmış olan aklımın erdiği bu kadardır.

Çok üzgünüm.

Çocuk, nasıl kaldırıp, katillerin kafasına atsın Ehramları!