Vahap Coşkun: Genç Kürtler için vatan Türkiye’dir Kürdistan değil



Coşkun: Türkiye’de çok ciddi bir demografik entegrasyon gerçekleşti. Kürt gençleri Kürtçe konuşmak, Kürtçe edebiyat, siyaset yapmak istiyor ama hayallerini Erbil süslemiyor. Vatan algılarında Türkiye var ve bu çözüme büyük katkı sağlar.


Paris’te öldürülen üç PKK’lı kadının Diyarbakır’da düzenlenen cenaze töreni sükunetle tamamlandı ve herkes bir oh çekti, umudunu büyüttü. Ama yine bir şey olması ve yeni sürecin de akamete uğraması korkusu yakamızdan düşmüyor, sorular azalmıyor.


Hem siyasi, hem toplumsal alanda itinayla yürütülen, üstüne titrenen yeni İmralı sürecinde Türkiye netice alabilecek mi?


PKK silah bırakacak mı, Öcalan örgüte söz geçirebilecek mi?


Türk’üyle Kürt’üyle Türkiye, bu defa akan kanı durdurabilecek mi, gencecik evlatlarını toprağa vermek yerine bağrını basabilecek mi?


Yeni süreci evvelkilerden farklılaştıran olgular neler? Bunların Kürtler indinde değeri ne?


Süreci ve durumu doğru okuyabilmek için Kürtlerin sosyolojisinde neye dikkat etmek gerekir?


Kürt kuşakları arasında soruna ve çözüme ilişkin nasıl bir farklılaşma var?


Kürt gençleri Kuzey Irak’taki özerk Kürdistan bölgesine nasıl bakıyor?


Zihinlerindeki hayallerindeki “vatan” neresi?


Meseleyi yakından takip eden ve önemli tespitler, zihinsel açılımlar yapan Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Vahap Coşkun ile Diyarbakır’da, cenaze töreninin hemen ardından konuştuk. 


Devlet de, BDP de, Diyarbakır halkı da sorumlu davrandı ve PKK’lı üç kadının cenaze töreni olaysız bitti. Bu durumu herkes barış umudunun artışı olarak yorumlandı. Siz nasıl değerlendirdiniz?


Aslında Paris’te cinayet gerçekleşir gerçekleşmez taraflarca verilen tepkiler de çok anlamlıydı. Hem PKK’yı oluşturan bileşenler Kandil, cezaevi ve Avrupa, hem de devlet-hükümet bu cinayetlerin süreci sekteye uğratmaya yönelik bir provokasyon olduğunu, herkesin hazırlıklı olması gerektiğini söylemişti. Diyarbakır’daki cenaze töreninin çok anlamı vardı. Tören sorunsuz atlatılırsa provokasyonu boşa çıkartacak ve sürecin ilerlemesine büyük katkı sağlayacaktı. Öyle de oldu. Beni törende en çok etkileyen husus, konuşmacıların ağzından barış kelimesi çıkar çıkmaz oradaki kitlenin gösterdiği reaksiyon oldu.


Ben bunu bölge insanının hem barışa olan özlemi hem yeni sürece destek verme çabası olarak görüyorum.


BÖLGE HALKI SÜRECE DESTEK VERİYOR


Devlet Öcalan ile 1993’ten bu yana görüşüyor, “barışmaya” çalışıyor. Bu riskli çaba yakın dönemde Habur ve Oslo süreçleri olarak yaşandı, ikisi de bir şekilde akamete uğradı ve İmralı süreci zorlu ve kanlı bir ara dönemden sonra ancak başlayabildi. Tarafların yeni sürece gösterdikleri özeni neye yormak lazım, son umut mudur bu?


Bu tür süreçlerin şöyle bir özelliği var: Her yeni süreçle büyük bir umut doğuyor, akamete uğradığında da çok sert bir şiddet dalgası geliyor ve çok sayıda insan hayatını kaybediyor, umutsuzluk hakim oluyor.


Ayrıca sorunlar çözülmedikçe, karmaşıklaştıkça talepler farklılaşır ve o taleplerin çeşitli kamuoylarını tatmin edecek şekilde karşılanması zorlaşır. O yüzden bir an önce çözmek arzu edilendir. Ama bu süreçte de bitmezse dünyanın sonu gelmiştir, başka süreç başlamayacaktır yorumları da çok aceleci ve karamsar bence. Ama bu, bu süreçte yapmamız gerekenleri yapmamamız anlamına da gelmiyor tabi. Bence bu defa Oslo ve Habur’dan farklı olarak tarafların en dikkate değer ortak noktalarından biri, daha ciddi olmaları ve süreci yürütmek konusundaki iradelerini çok sağlam muhafaza etmeleri.


Bu süreci evvelkilerden daha güçlü kılan ne?


Bir kere Öcalan merkezli ve kamuoyuna açık biçimde yürütülüyor. Toplumun desteğine dair çok ciddi veriler var elimizde. Üçüncüsü taraflar çok temkinli ve provokasyonlara karşı dikkatliler. Dolayısıyla diğerlerin farklı bir süreçteyiz.


TARAFLAR DAHA İSTEKLİ VE ÇOK DİKKATLİ


Dünyada örnekleri olan diğer etnik sorunların çözüm süreciyle de benzeşiyor mu bu yeni süreç?


Dünyada etnik sorunların nasıl çözüldüğüne baktığımızda da şunları görüyoruz. Bir kere tarafların artık silahla mesafe alamayacaklarını kabul etmeleri gerekiyor. Bu açıdan hem devletin hem PKK’nin silahla sorun çözemeyecekleri konusunda çok açık beyanları oldu. Öcalan “silahın devri bitti” dedi, Yalçın Akdoğan “sadece güvenlik tedbirleriyle PKK’yı bitirmezsiniz” dedi. İkincisi, güçlü bir siyasi iktidarın olması sürecin ilerlemesi ve kitlenin ikna edilmesi konusunda son derece elverişli bir zemin sunar. Türkiye’de yüzde 50 oy desteğine sahip güçlü bir iktidar var. Eğer Türkiye’de bu sorun çözülecekse muhafazakâr ve mütedeyyin kesimlerin de ikna edilmesi gerekiyor ve AKP bunu yapabilecek tek parti.


Ve üçüncüsü, toplumun buna destek vermesi. Toplumun yüzde 80’e yakını, parlamentodaki dört siyasi partiden üçü buna destek veriyor. Ve medya da Habur’dan farklı olarak son derece dikkatli ve kolaylaştırıcı bir tutum alıyor. Dolayısıyla ben hem Habur, hem Oslo’dan daha derin ve sağlıklı bir süreçte olduğumuzu, tarafların da evvelkilerden farklı olarak daha hazırlıklı ve samimi olduklarını düşünüyorum.


KANDİL İMRALI’YA ASLA CEPHE ALAMAZ


MİT ile Öcalan’ın bir mutabakata vardığının kamuoyuna duyurulmasının ardından akla gelen ilk soru; PKK’nın farklı çevrelerin etki alanına girebilen çok parçalı bir yapıya sahip olması dolayısıyla Öcalan’ın silah bırakın talimatını yerine getirip getirmeyeceği idi. Sizce nasıl durum?


Evet, Öcalan 1999’daki Öcalan değil. O zaman örgütünü fiilen yönetiyordu, şimdi 14 yıldır cezaevinde olan bir liderden bahsediyoruz, dolayısıyla örgüt üzerindeki etkisinin tartışılması normal. Ancak 1990’dan itibaren PKK hareketi bilinçli şekilde Öcalan’ı bir kült haline getirdi. Dolayısıyla PKK demek tek başına Öcalan demek oldu. Öcalan için önder, önderlik, rehber gibi onu son derece mistifiye eden, kutsallaştıran ifadeler kullanıldı ve bu, kitle tabanında da yer buldu. Öcalan PKK’ye ne kadar hâkimdir sorusunun özü şudur: Öcalan’ın vereceği bir talimat Kandil tarafından yerine getirilir mi? Çünkü Avrupa kanadının veya cezaevi kanadının Öcalan’a ciddi bir muhalefet geliştirdiğine şimdiye kadar tanık olmadık. Kandil’e ilişkin şunu söyleyeyim: Öcalan herhangi bir karar verirken elbette Kandil’in buna uymasını yani oradaki dengeleri gözetir fakat şunu da açık ve net olarak bilmek gerekir ki PKK içindeki hiçbir ama hiçbir aktör Öcalan’a karşı duramaz.


ÖCALAN MAKUL OLANDA MUTABAKAT ARIYOR


Neden duramaz?


Çünkü PKK gibi hareketlere asıl güç sağlayan unsur, tabanın desteğidir. Kandildeki aktörler silahlı bir gücü elinde bulundurabilir, onları silahlı eylemlere, kitlesel eylemlere yöneltebilirler ancak kitle desteği söz konusu olduğunda tek aktör vardır. Kitle Öcalan’ı dinler. Dolayısıyla kimse Öcalan’a doğrudan cephe alamaz. O nedenle Öcalan’ın kararının Kandil tarafından da yerine getirileceğini düşünüyorum. Öcalan’ın hala güçlü bir potansiyelinin olması bence barış sürecinin ilerlemesini de rahatlatan bir şey. Çünkü Öcalan son görüşmelerde basına sızan bilgilerden görebildiğimiz kadarıyla imkânsızı isteyen ve barış sürecinin önünü tıkayan taleplerde bulunmuyor, daha çok makul olanda mutabakata varma tutumu söz konusu. Bu da süreci rahatlatıyor.


KÜRTLERDE GENÇ KUŞAK DAHA RADİKAL DEĞİL


Geçenlerde vefat eden Şerafettin Elçi de dahil olmak üzere Kürt siyasi hareketinin ak saçlıları, “bu meseleyi konuşabileceğiniz son kuşak biziz, barışı bizimle sağlayamazsanız genç kuşakla konuşmayı bile başaramazsınız” diyorlar. PKK sosyolojisi bakımından gerçekten böyle mi bu?


Bunu ilk olarak genç Kürt siyasetinin etkili isimlerinden Fırat Anlı kullandı sonra hemen her aktör bu argümanı kullanmaya başladı. Ahmet Türk, Şerafettin Elçi, geçenlerde Sırrı Sakık da kullandı.


Yaygın bir inanış mı bu, yoksa bir siyaset mi?


Yetişen genç kuşak sokakta politikleşen bir kuşak ve onların taleplerinin bir önceki kuşağa oranla daha radikal olduğu ve onların talepleriyle Türkiye’deki genel siyasetin uzlaşmayacağı düşüncesi var. İkincisi, bir önceki kuşak Türkiye’deki çeşitli kesimlerle aynı okullarda okuduklarını, aynı sosyal yapılarda bulunduklarını dolayısıyla bir paylaşımlarının olduğunu ama yeni kuşağının böyle bir paylaşım alanının olmadığı söyleniyor. Ama ben farklı düşünüyorum. Bir kere, her kuşak kendi siyasetini belirler ve kuşakların verecekleri kararlar pekâlâ farklı olabilir. Mesela 1978’de PKK kurulurken federalizmi veya demokratik özerkliği burjuvanın bir oyunu olarak nitelendiriyordu ve bağımsız Kürdistan’dan başka şey söylemiyordu. Ama o kuşak bağımsızlıktan vazgeçti ve Türkiye ile birlikte yaşama iradesine geldi. Yine 1978’de PKK dışındaki örgütler de son derece maksimalist talepler öne sürerken 90’lardan itibaren daha makul talepleri dile getirmeye başladılar. Dolayısıyla ben bu son kuşak söylemini abartılı buluyorum.


KÜRTLER TÜRKİYE’YE ENTEGRE OLDU


Neden abartılı olsun?


Çünkü 1) Türkiye’de çok ciddi bir demografik entegrasyon var. Kürtler sadece doğu ve güneydoğu Anadolu’da yaşamıyorlar. Bu, Türklerle Kürtler arasında kaotik olsa da bir karşılaşmayı ve birlikte yaşama algısını beraberinde getiriyor. 2) Bazılarının küçümsediği, karşılıklı kız alıp vermek ve aynı dini inancı paylaşmak son derece önemli bir birleştirici unsur. Herhangi bir soruna çözüm üretirken, zihinlerde bu veriler yer alıyor ve birlikte yaşama arzusuna dönüşüyor. 3) Siyaset radikalleştiğinde evet genç kuşakların radikal taleplerle ortaya çıktığını görüyorsunuz ama ne zaman bir barış iklimi doğsa ya da demokratikleşme adımı atılsa, son kuşak denilen kuşağın bunu çok ciddi desteklediğini de görüyorsunuz. Dolayısıyla son kuşakla olmaz ifadesi çok sert ve abartılı. Bizim, sonraki kuşaklaradına karar verme durumumuz yok, onlar kendi politikalarını üretecektir zaten.


Siyaset miras bırakılamaz diyorsunuz?


E öyle. Bu yeni kuşaklar batı illerinde entegre olarak yetişti ve Kürt siyaseti mesela İstanbul’da üç milletvekili çıkarabilecek potansiyele sahip. Ege’de de benzer şey olacak, Adana’da da, Mersin’de de.


ÇOK ŞÜKÜR KARŞI KARŞIYA GELMEDİK


Batı illerinde Türkler ve Kürtlerin karşılaşmaları her zaman uyum getirmedi ama, Bursa’da Balıkesir’de İzmir’de aksi olaylar da yaşandı?


Kuşkusuz sorunlar olacaktır. Ama başka alanlardaki sorunlar, mesela ekonomik bir paylaşım sorununu da etnik kimlik temelliymiş gibi ifade edilmeye çalışılıyor. Şu veriyi aklımızdan hiç çıkarmayalım derim ben: Türkiye 30 yıllık bir çatışma var. 50 bine yakın insan hayatını kaybetti, evine acı düşmeyen, çatışmadan etkilenmeyen ocak neredeyse kalmadı. Fakat buna rağmen toplumsal kesimler karşı karşıya gelmedi. Böyle bir durum ve birlikte yaşama kültürü, arzusu var. Çok şükür ki böyle…


KÜRTLERİN ÖTEKİSİ TÜRK DEĞİL


Kürt gençlerinin hayallerinde, “vatan” tasavvurlarında Kürdistan mı var, Türkiye mi?


Evet, Kürt değerlerine, sembollerine karşı ciddi bir merak ve duygusallık var. Kürtçe konuşmak, Kürtçe edebiyat yapmak, siyaset yapmak gibi ciddi hevesleri var Kürt gençlerinin. Ama görebildiğim kadarıyla bu Kürt milliyetçiliği, Türk düşmanlığı üzerinden yürüyen bir milliyetçilik değil. Kürt milliyetçiliğinin ötekisi Türk değil. Irak’ta Kürdistan bölgesindeki bir toplantıya gitmiştim. Bir profesör şunu söylemişti üzülerek. “Bizde” demişti “Saddam dönemine ilişkin o kadar ciddi bir nefret var ki, çocuklarımız Arapçayı öğrenmeyi reddediyorlar. Arapçayı Saddam’ın dili, kendilerini öldürenlerin dili olarak görüyorlar. Halbuki Arapça edebiyat siyaset ve hukuk açısından çok zengin bir dil ve çocukların Arapça öğrenmek istememesi beni yaralıyor” demişti. Irak’ta ötekisini Arap olarak belirleyen bir Kürt milliyetçiliği yükseldi ama Türkiye’de ötekisini “Türk” olarak belirleyen bir milliyetçilik yok.


KÜRT GENÇLER İÇİN VATAN TÜRKİYE’DİR


Kuzey Irak Kürdistan bölgesi, Türkiyeli Kürt gençleri bu yönde etkilemiyor mu?


Kürdistan bölgesine gidip Kürt parlamentosunu, Kürt bayrağını yahut hayatın Kürtçe aktığını gördüklerinde bundan ciddi haz alıyorlar. Bu, kendi milliyetçilik duyguları açısından onları rehabilite ediyor ama ben halen Türkiye’deki Kürtlerin vatan algısında Türkiye’nin birinci derecede önemli olduğunu düşünüyorum. Evet, Selahattin’e, Dohak’a, Erbil’e gitmekten hoşlanıyorlar ama hayatlarına dair bir karar verdiklerinde oraya değil, daha ziyade Mersin’e, Adana’ya, İzmir’e, İstanbul’a göre hayaller kuruyor, kararlar alıyorlar. Kürt gençlerinin vatan algısının Türkiye olmasının da çözüm sürecinde önemli bir etkisi katkısı olacağını düşünüyorum. Kürdistan’ı dışlamayan, orayı da aynı şekilde sahiplenen ama Türkiye’de Türklerle birlikte yaşamayı isteyen bir vatan algısı bence Kürt gençlerde…


ÖZGÜR KÜRDİSTAN KÜRTÇENİN ÖZGÜRLÜĞÜDÜR


Bugün meydanda barış vurgulu, sağduyulu konuşmalar yapıldı ama Selahattin Demirtaş ve Aysel Tuğluk “özgür Kürdistan”dan da bahsetti. Hatta Demirtaş, mealen “gerekirse öle öle” dedi ve meydandan da karşılık geldi. Nedir peki bu “özgür Kürdistan” ifadesi? Bunun siyasi-idari özgürlükle ilgisi var mı? Yahut bu bir fikirden, mitten mi ibaret?


Ben bu ifadenin bu toprakların bir kısmını bütünden ayıralım bağımsız kılalım anlamında değil de, Kürdistan kelimesinin özgürleşmesi ve kendi topraklarının kendi adıyla anılması isteği olduğunu düşünüyorum. Kürdistan dediklerinde kendi kültürlerini yaşayabilecekleri, kendi dilleriyle konuşup eğitim yapabilecekleri, kamu ilişkileri kurabilecekleri bir alanı, yaşamı istiyorlar aslında. Kuşkusuz bağımsız Kürdistan isteyen hatta Pan-Kürdistan –dört parçayı birleştirmek isteyen- de var ama bunun ciddi bir siyasal tabana dönüşebileceğini zannetmiyorum.


PKK’YI DEĞİŞTİREN KÜRTLERDİR


Bunun aksini düşünenler var ve olacaktır?


Bunun için şuna bakılabilir: PKK herhalde Türkiye’den korkmuyor. 30 yıldır savaşıyor zaten. Böyle bir hedefi olsa bunu söylemekten geri durması için bir nedeni yok. Böyle bir şey söylemiyor çünkü tabanının böyle bir talebi yok. Halbuki ilk kurulduğunda PKK bağımsızlık diyordu, diğer Kürt siyasi hareketleri de öyle. Bugün bunu söylemiyorlarsa devletten utandıkları yahut çekindikleri için dillendirmiyor değiller. Aksine tabandaki, genel anlamda Kürt hattındaki duruma göre politika üretiliyor. Bağımsız Kürdistan istiyoruz deseler bugün tabandan gördükleri desteği görebilecekler mi acaba? Bu ciddi bir sorudur.


KÜRTLER ÖZGÜRLÜK DEĞİL BİRLİKTE YAŞAMAK İSTİYOR


Bu soruya Selahattin Demirtaş geçenlerde bir cevap verdi aslında. Agos gazetesinde çıkan röportajında “bugün Kürtler arasında bir referandum yapılsa bağımsızlık çıkar” dedi.


Bu, kendi içinde sorunlar barındıran bir ifade. Özgür Kürdistan’ın sınırlarını nereden, nasıl çiziyorsunuz? Nereden bahsediyorsunuz? Türkiye’deki bütün Kürtler mi o referanduma katılacak sadece bölgedeki Kürtler mi? Konda’nın verilerine göre Türkiye’de 15 milyon Kürt var, 9 milyonu bölgede, 6 milyonu bölge dışında yaşıyor. Dolayısıyla hangi Kürtlerden bahsediyoruz. Kaldı ki seçim sonuçları üzerinden gittiğimizde de böyle bir sonuca ulaşmamız mümkün değil. Bölgede ciddi bir AKP gerçeği var, Kürtlerin ağırlıklı kısmından oy almıyor BDP. Peki Kürtler AKP’ye neden oy veriyor? Bence birinci sebep Türkiye’de birlikte yaşamak isteği... O nedenle Türkiye’deki Kürtlerin hepsi özgür Kürdistan istiyor gibi bir şey denemez. Bunu belki ancak kendi temsil güçleri oranında söyleyebilirler. Ama ben Türkiye’de ayrılıkçı siyasi partinin de kurulabilmesini ifade özgürlüğü açısından önemli görür desteklerim, ayrılıkçı partiler de, federalist partiler de kurulabilmeli. Ki var, Hak-Par var, Kadek var. Bunun tabanda bir karşılığı varsa bunu zaten yasalarla falan durduramazsınız. Ki Türkiye’de böyle bir taban yok.


DEVLET 90’LI YILLARDA BÖLGEDE TERÖR ESTİRDİ


Peki. Türkiye’de bir asırlık Kürt sorunun varlığı vaktin birinde PKK’yı doğurdu, yanlış teşhis ve müdahale de kitleselleştirdi. PKK’nın varlığı Kürtlerde ve Kürt siyasetinde neyi değiştirdi?


Kürt meselesi PKK ile başlayan bir mesele değil. 1980 darbesiyle birlikte hem Türkiye’de hem bölgede yaşananlarla birlikte diğer örgütler ilginç şekilde sonlandı, bir tek PKK geriye kaldı. Sonraki süreçte de devlet başka bir aktörün alana girmesine izin vermedi ve adeta tek başına PKK’yı muhatap kabul etti. Şunu söylemek lazım: PKK’nın kitleselleştiği tarih 1990 ile 1995 arasıdır. Devlet terörünün yaşandığı yıllardır. Köy yakmalar, JİTEM, faili meçhuller, sokak ortasında adam öldürmeler… korkunçtu. Bu da PKK’yı kitleselleştirdi. Sorunuza gelince: PKK’nin yarattığı sonuçlardan biri kadın hareketi. Ki çok güçlü bir harekettir. Daha önce Kürt sosyolojisinde hiçbir varlığı olmayan, daima hiyerarşinin en alt basamaklarında yer alan kadınlar, PKK ile birlikte hem sosyal hem siyasal alanda kendilerine güçlü bir yer buldular.


KADININ KÜRT SOSYOLOJİSİNDEKİ YERİ DEĞİŞTİ  


Cenaze töreninde de kadınlar en öndeydi. Ve Selahattin Demirtaş “daha düne kadar sofrada yeri olmayan Kürt kadını, bugün binlerce insanı birleştiren bir aktör” dedi, kadınlar zılgıt çekti.


Öyle. Kürtlerde dağa çıkmak mistik bir anlam da ifade eder. Kadınların PKK’ye katılması hem toplumsal rollerine itirazı, hem kendilerini özgür kılan bir ruh halini ifade ediyordu. Dolayısıyla PKK’ya kadın katılımı hep fazla oldu. 20 yıl önce kadın ve erkeklerin aynı ortamda bulunmaları yadırganırken dağda bir arada olmaları, birlikte mücadele etmeleri övülen bir unsur haline geldi. İkincisi, BDP de, PKK de kadınları çok güçlü şekilde görünür kıldı, güç verdi. Mesela BDP örgütlerinde yüzde 40’lık bir kadın kotası vardır ve BDP, DTK eş başkanlarından biri kadındır. Ayrıca kadının varlığı hem Kürt mesesini kitleselleştirdi, hem Türkiye gündeminde ön sıralara taşıdı. Bunlar olurken PKK kendisi de değişti. Tam bağımsızlıkçı bir hareketken Türkiye’nin demokratikleşmesini hedefleyen bir hareket haline geldi. Son 30 yılda Türkiye’de siyasetin belirlenmesinde, yeni siyasetlerin oluşmasında temel belirleyici aktörlerden birinin PKK olduğunu söylersek yanlış olmaz.


BDP BAŞÖRTÜLÜ ADAY GÖSTEREBİLMELİYDİ


Türkiye toplumundaki en dindar halk Kürtlerdi, hala öyle ama böyle bir sosyoloji içinde Marksist sosyalist bir örgüt olan PKK yine de yer bulabildi. Bu nasıl oldu? PKK Kürt sosyolojisini ve siyasetini değiştirirken Kürtlerin dindarlık durumlarına ilişkin etkisi ne oldu?


Aslında PKK Kürtleri değil toplum PKK’yi değiştirdi. 90’lara kadar PKK sert ve seküler bir dile sahipti. 90’lardan itibaren dilini değiştirmek zorunda kaldı çünkü Kürt sosyolojisi dindar bir sosyolojiye dayanıyordu. Yanılmıyorsam 1990-91’de dindar Kürdistan Birliğini kurdu PKK. Bugün de PKK’nin muhafazakâr ve dindar kesimlere yönelik daha dikkatli bir dil kullanmaya başladığını görüyoruz. Örneğin BDP 2001’den itibaren Ramazan aylarında, aynen AKP belediyeleri gibi iftar çadırları kurmaya, yardım dağıtmaya başladı. Başlangıçta dine cephe alan sosyalist bir hareketken kendini değiştirmek zorunda kaldı. Bunu sağlayan en önemli etkenlerden biri de AKP’nin bölgede etkin güç olarak dindar kesime seslenmesiydi ve PKK, AKP’ye karşı koyabilmek için dilini dine dikkat eder hale getirdi. Ancak halen PKK’nin BDP’nin dindar Kürtlere hitap etme konusunda ciddi sıkıntılar yaşadığını söyleyebilirim.


Mesela ben 2011 genel seçimlerinde BDP’nin başörtülü bir milletvekili aday koymasını beklerdim, hem Kürt sosyolojisine hem Türkiye’deki ezberleri bozmak açısından son derece uygundu.


BDP TABANINDA BAŞÖRTÜLÜ SAYISI AKP’DEN FAZLA


Siyaseten AK Parti’den rol çalma anlamına da gelirdi aslında böylesi bir atak?


O açıdan değil, kamuoyu araştırmalarına baktığımızda gördüğümüz şey şu: BDP’nin tabanındaki başörtülü kadın sayısı AKP tabanındaki başörtülü kadın sayısından fazla. Bu insanlar, dindar insanlar. BDP’ye oy vermelerinin nedeni BDP’in radikal sol söylemi değil. Onlar BDP’ye baktıklarında yaşananlara itirazlarını, Kürt meselesinin çözülmesi konusunda umutlarını buluyorlar vs. Bu kitleyi daha fazla harekete geçirebilecek, motive edebilecek bir adımdı bence BDP’den başörtülü aday gösterilmesi. Sanırım bunu göze alamadılar.


Ya da zaten bu, çok da arzu edilen bir şey değil. Tabanda başörtülü kadın var ama tavanda, BDP parti teşkilatında yahut PKK’da yok başörtülü kadın yok sonuçta?


Teşkilatta temsiliyet konusunda evet böyle bir sıkıntı var ama benim gördüğüm buna bir engel yok.


HÜDA-PAR’IN SİYASİ KARŞILIĞI YOK


Başka bir bir başlığa geçmek isterim: Kürt siyasi alanını pratikte iki parti domine etmiş durumda, AKP ve BDP. Başka Kürt siyasi partileri var elbette ama hiç birinin etkinliği yok. Neden yok, bir başka parti hayat bulamaz mı hakikaten Kürtler indinde?


Bir hareketlenme var aslında, Hüda-Par kuruldu mesela. BDP’yi yeterince dindar olmadığı veya dindarların hassasiyetlerine yeterince saygı göstermedikleri için, AKP’yi de yeterince Kürt olmadığı veya Kürt hassasiyetlerine uygun davranmadıkları için eleştiriyorlar. Kendilerinin hem dindarların hem Kürtlerin hassasiyetine sahip olduklarını iddia ediyorlar. Ama Hüda-Par’ın bölgedeki siyasi dengeleri kısa zamanda değiştirebileceğini zannetmiyorum. 2002’den bu yana bölgede AKP-BDP üzerine oturan bir siyasi yapı var. Seçmen içinde AKP’ye ve BDP’ye yakın olanlar, bir de ortada olanlar var. Ortada olanlar 2007’de olduğu gibi AKP’ye veya 2009 ve 2011’de olduğu gibi BDP’ye oy veriyorlar. Hüda-Par’ın bu alanı şimdilik doldurabileceğini düşünmüyorum. Görebildiğim kadarıyla Hüda-Par’ın hedefi AKP’ye oy veren seçmenleri kendisine çağırmak.


PKK İLE HİZBULLAH YENİDEN ÇATIŞMAZ


Hüda-Par Hizbullah’ın partisi, zaten isim birebir Hizbullah’ın karşılığı. Siyasallaşması, yerüstüne çıkması olumlu fakat Hizbullah netice itibariyle -sosyolojik tabanı olsa da- aynı zamanda bir dönem devlet içindeki karanlık güçlerce PKK’ya karşı kullanılmış, silahlandırılmış ve feci cinayetler işlemiş bir yapı. 90’larda PKK ile Hizbullah arasında yaşanan çatışmanın yeni dönemde BDP ile Hüda-Par arasında yaşanma potansiyeli var mı?


90’lardaki gibi silahlı çatışmalar olacağını zannetmiyorum, tarafların eskiden farklı olarak dikkatli olduğunu düşünüyorum. Hizbullah 2000’lerden sonra tamamen yepyeni bir örgütlenmeye gitti. Sosyal sivil alanda yapılanma, örgütlenme, yardım kuruluşları kurma, hassasiyet gösterdiği alanlarda mesela Peygambere hakaret içerin karikatür krizindeki gibi kitle eylemleri düzenleme vesaire. Dolayısıyla toplumsal hayatın içinde yer almak Hizbullah’ın bu alanda da etkili olabileceğini gösterdi ve tercihlerini siyasal alandan yana kullandılar. Partileşmeleri son derece önemlidir, partileştiğiniz andan itibaren oyunu kurallarına göre oynamayı taahhüt ediyorsunuz, taç giyen baş akıllanır denir. İkincisi, partileştiğinizde oy kazanabilmenin yolu kitleleri ikna etmekten geçer, yasadışı bir örgüt gibi davranamazsınız. Dolayısıyla Hizbullah’ın partileşmesini olumlu buluyor ve desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. PKK ile çatışma olacağını da zannetmiyorum.


CHP’NİN DESTEĞİ ÇÖZÜM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ


Ya CHP? Bu yeni süreçte CHP’nin rolü çok önemli. AK Parti bunu tek başına yapamaz. AK Parti ve BDP de tek başlarına yapamazlar. CHP’nin desteği, katılımı çok önemli ve Kemal Kılıçdaroğlu sürecin arkasında olduğunu söylüyor, bundan dolayı takdir de görüyor. Bu pozitif tutum bölgedeki siyasi durumu CHP lehine değiştirir mi?


Hayır. Bölgede CHP’yi güçlü aktör haline getirmez. Ama bu süreçte CHP’nin verdiği destek çok önemli çünkü CHP sahip olduğu oydan fazla anlam taşıyan bir parti, bir nevi devletin aklını refleksini temsil ediyor ve bu partinin bu sürece dahil olması destek vermesi sürecin diğer aktörlerini de rahatlatır. En azından AKP’nin elini rahatlatır, kendini güvende hissetmesine yol açar. Bir de aynı zamanda toplumun daha fazla ikna edilmesini sağlar. Başörtüsü örneği bunun için önemlidir. Baykal döneminde başörtüsüne mutlak karşıtlık üreten bir CHP vardı ve bu, sorunun çözülmememi sonucunu doğruyordu. Kılıçdaroğlu ise bu sorun bizim sorunumudur dedi ve fiili olan yasak kendiliğinden yine fiilen sona erdi ve bu Türkiye’de herhangi bir soruna yol açmadı. CHP’nin yeni sürece destek vermesi de bölücülük hainlik ithamlarının önüne geçecektir, bu da çok önemlidir.


CHP’NİN 1930’LULARI DİRENİYOR


CHP bu tutumunu sürdürebilir mi sürecin sonuna dek?


CHP’de şöyle bir sorun var, CHP’de iki temel kanat var. Biri hala Türkiye’yi dünyayı 1930’lar gözüyle gören, çözüm olarak da 30’ların anlayışını dayatan, her türlü demokratikleşme adımının karşısında olan ulusalcı kanat. Diğeri CHP’yi biraz daha halkla buluşturmaya, parti haline getirmeye çalışan kanat. Bu iki kanat arasında da bir mücadele var. Kılıçdaroğlu’nun sürece destek vereceğiz dediği gün Emine Ülker Tarhan Kandil’de kime neyi sattınız diyebiliyor. Son dönemde Kılıçdaroğlu inisiyatifi eline aldı, sürece destek verdi ama ne kadar sürdürebilir, göreceğiz.


SÜREÇ DİYARBAKIR’DA HAVAYI DEĞİŞTİRDİ


Diyarbakır’a hemen her geldiğimde havadaki elektriği mutlaka hissederim, daha doğrusu hissederdim. Bu defa tamam, yeni bir süreç başladı ama yine de cenaze töreni yapıldı bugün ve Diyarbakır’da hava gayet latif, elektrik melektrik yok. Diyarbakır’da havalar sizce nasıl?


Bu havanın devam etmesini dileyelim öncelikle çünkü biz bu havaları özlüyoruz. Bu, tamamen yeni başlayan süreçle ilgili, mesela iki ay önce açlık grevleri sürerken hakikaten dokunsanız patlayacak bir hava vardı Diyarbakır’da. O gerginliği sokakta kahvede otobüste her yerde hissederdiniz. Yeni süreç, bu süreçte tarafların karşılıklı olarak çok dikkatli bir dil kullanmaları, atmosferi gerecek sözlerden imtina etmeleri sokağa da yansıyor. Sokak da bu rahatlamadan payını alıyor. Dolayısıyla bu süreci ne kadar ilerletirsek, demokratik adımlarla tahkim edersek Diyarbakır’da havalar o kadar iyi olacak.