Varlığı günümüz entelektüelinin yokluğudur

Büyük yönetmen Yücel Çakmaklı’nın ölümünün 8. yılında onu anmak istiyorum. Onun yokluğunda var olanların yetersizliğini konuşmak gerekiyor.

Klasik bir anma yazısı, konu edilen kişinin süslenmiş biyografisi ve yüceltme sözcükleriyle ortaya çıkar. Ama söz konusu Yücel Çakmaklı ise tam bir çatışma güncesi yazmak gerekiyor. Milli sinema rüzgarını güçlendiren, ona doğru bir form veren sinema emekçisinden bahsediyoruz. İletişim fakültesi mezunudur Çakmaklı. Çocukluğunda Afyon’da sinemada yer göstericiliği yaparak mesleğe adımını atmıştır. Daha sonra dergilerde yazmış ve merkez sinemanın önemli yönetmenlerinden Osman Seden’in yardımcılığını yapmıştır. Onun sinemasını anlamak için yardımcılık yaptığı yönetmenleri de tanımak lazım. Osman Seden Düşman Yolları Kesti, Namus Uğruna gibi filmlerin yanında Cilalı İbo serisi ve Çalıkuşu gibi yapımları çeken bir Yeşilçam’ın ustasıdır. Böyle bir isimle çalışmak Çakmaklı’nın Türk izleyicisini anlamasında yarar sağlamıştır. O bugünkü jargonla hem gişe sinemasının ustası olmuş hem de ideolojik bir yapı oluşturmuştur. Çakmaklı’nın sinemasını anlamak için onun ideolojisini bilmek gerekir. 1960 ve 70’lerde Türk sineması kendini aramaktaydı. Dönemin hızlı esen sol rüzgarı Türkiye’yi etkiliyor Yılmaz Güney, Lütfü Akad, Şerif Gören, Ertem Eğilmez toplumsal filmler çekiyordu. Onların sol görüşlerine karşı ulusal sinemada Metin Erksan, Halit Refiğ, Atıf Yılmaz gibi yönetmenler Türk halkının değerlerini göz önüne alan farklı bir yapı kuruyordu. İşte Yücel Çakmaklı ulusal sinemanın eksikliklerini gözlemleyerek bu milletin ayrılmaz özelliği olan inanç meselesini sinemasına dava olarak kattı. Mesut Uçakan, İsmail Güneş gibi yönetmenlerin de daha sonradan destek verdiği bu sinema Çakmaklı’nın imzası oldu. Kendi kimliğini kaybetmiş bir entelektüel sınıfın buna tepkisi olacaktı elbet. Onat Kutlar ve solcu sinema yazarlarının, Boğaziçi kulübünün ve Eczacıbaşı’nın oluşturduğu o dönemki entelejansiya bu sinemayı yok saydı. Aslında bu yok sayış Türk sineması ve yönetmenlerinin çoğunu kapsıyordu. Ne komiktir ki günümüzde bu entelejansiyanın devamı olan İstanbul Film Festivali tamamıyla Türk sinemasına tutunmuş olduğu için güncelliğini devam ettiriyor. Sol sinemacılar Çakmaklı’yı yok sayarken, Atilla Dorsay gibi apolitik kalemler ise onu ideolojisinden ayrı olarak yargılamayı ve böylece etliye sütlüye karışmamayı seçiyorlardı. Mesela Çakmaklı’nın Memleketim filmi için Dorsay’ın yazdığı şu satırlar bunun kanıtı, ‘Memleketim’i bu haliyle paylaşamadığımız, bizi iten veya irkilten hiçbir yanı yok. Çakmaklı filminin sonunda Atatürk’e genişçe yer veren bir bölüm koymak suretiyle kendisinin yakın olduğu söylenen MSP cephesiyle de bağlarını bir ölçüde koparmış.’ Bu noktada Yücel Çakmaklı’nın bu milleti ne kadar sağduyulu anladığını görüyoruz. Hem Atatürk’ü hem de inancı içinde barındıran bir sağduyuya Atilla Dorsay’ın ne kadar ayrıştırıcı baktığı o dönemi anlamamız için önemli.


Yücel Çakmaklı 1960 ve 70’lerde milli sinemanın eksikliklerini gözlemleyerek bu milletin ayrılmaz özelliği olan inanç meselesini sinemasına dava olarak kattı.

Yücel Çakmaklı’nın film dönemlerini de hatırlayalım. 1970’ler ve 80’ler. Günümüzde dini inanç özgürlüğü yaşanırken, hâlâ adam gibi milli bir film çekemediğimizi hatırlatırım. Bu hatırlatmayı yapmak zorundayım çünkü Çakmaklı’nın değerini anlamak için bu durumu yargılamalıyız. Yazının bundan sonraki bölümünde Türk sineması veya Çakmaklı’nın ülkemiz düşünce hayatına etkisinden çok bana olan şahsi etkisini yazmalıyım. Değer yargılarımın oluşmasında Yücel Çakmaklı’nın çok etkisi vardır. İlk olarak sinemadan önce televizyon sayesinde Çakmaklı’yla tanıştım. Onun çektiği Küçük Ağa beni çok düşündüren ve etkileyen bir dizi olmuştur. 4. Murat dizisinde Cihan Ünal’ın tek eliyle kaldırdığı topuz hâlâ benliğimin bir yerinde coşku uyandırır. Kuruluş Osmancık dizisi Osmanlı ile övünmemin başlangıcıdır. Yücel Çakmaklı’ya vatansever bir ruha yön gösterdiği için teşekkür borçluyum.