Etrafýmýzdaki bizi uçurmayan ama aðzýmýza burnumuza toz toprak dolduran bir hortum oluþtuðunda, kulaklarýmýz uðuldayýp gözlerimizi açamaz hale geldiðimizde bir sýðýnak bulmanýn ve duyularýmýzý yeniden dört açmanýn zamaný gelmiþtir. Birden Milan Kundera’nýn “Varolmanýn Dayanýlmaz Hafifliði” (1986, Ýletiþim Yayýnlarý, çeviren Fatih Özgüven) romanýnýn baþlangýcý geldi aklýma. 17 yaþýmdan bir sýðýnak adresi geldi!
“Ebedi Dönüþ düþüncesinde gizemli bir yan vardýr ve Nietzsche öteki düþünürleri sýk sýk þaþýrtmýþtýr bu düþüncesiyle; düþünün bir kere, her þey týpký ilk yaþandýðý biçimiyle yineleniyor ve yinelenmenin kendisi de sonsuza kadar koþuluyla yineleniyor! Ne anlama gelir bu çýlgýn mitos?
Olumsuz açýdan bakýldýðýnda, Ebedi Dönüþ mitosu bir daha geri dönmemecesine kaybolup giden, yinelenmeyecek olan yaþamýn bir gölgeye benzediðini, aðýrlýktan yoksun, daha baþtan ölü olduðunu ve ister korkunç, ister güzel, ister yüce, korkunçluðunun, yüceliðinin ve güzelliðinin hiçbir anlam taþýmadýðýný önerir. Böyle bir yaþamýn ondördüncü yüzyýlda iki Afrika kabilesi arasýnda geçmiþ bir savaþ kadar önemi vardýr ancak. Yüz bin zenci korkunç acýlar içinde ölüp gitmiþ de olsa bu savaþ dünyanýn kaderinde en ufak bir deðiþikliðe yol açmamýþtýr.
Peki, ondördüncü yüzyýlda iki Afrika kabilesi arasýnda geçen savaþ, Ebedi Dönüþ’e göre tekrar tekrar yinelendiðinde deðiþikliðe uðrayacak mýdýr acaba?
Evet; bir yumru gibi þiþip kalan som bir kütle olacak, boþunalýðý onarýlmaz olup çýkacaktýr.
***
Fransýz Devrimi sonsuza dek yinelenecek olsaydý, Fransýz tarihçileri giderek daha az gurur duyacaklardý Robespierre’le. Ama bir daha asla geri gelmeyecek bir þeyi konu edindikleri içindir ki, devrimin kanlý yýllarý yalnýzca sözcük, kuram ve tartýþma olup çýktý, tüyden daha hafif bir þey oldu, hiç kimseyi korkutmuyor artýk. Tarihte yalnýzca bir kere karþýmýza çýkan bir Robespierre’le, Fransýz kelleleri uçura uçura sonsuza kadar dönüp dönüp yeniden karþýmýza çýkan bir Robespierre arasýnda daðlar kadar fark vardýr. Ebedi Dönüþ düþüncesinin bize eþyayý olduðundan farklý gösteren bir bakýþ açýsý saðladýðýnda anlaþalým o halde; doðasýndaki geçiciliðin getirdiði hafifletici koþul olmaksýzýn belirir eþya. Bu hafifletici koþul bir yargýya varmaktan alýkoyar bizi. Öyle deðil mi; ömrü uzun olmayan, geçip gitmekte olan bir þey konusunda nasýl yargýya varabiliriz ki? Çözülüp yok olmanýn günbatýmýnda her þey, hatta giyotin bile bir geçmiþe özlem perdesine bürünür.
Daha geçenlerde son derece inanýlmaz bir duyum anýnda yakaladým kendimi. Hitler hakkýnda bir kitabý karýþtýrýrken, portrelerinden bazýsý birden içime dokundu; çocukluðumu hatýrlattý bana. Çocukluðum savaþ sýrasýna rastlar; ailemden birçok kiþi toplama kamplarýnda yok olup gitti; ama yaþamýmýn kaybolmuþ, bir daha hiç geri gelmeyecek bir dönemi ile karþýlaþtýrýldýðýnda onlarýn ölümünün sözü mü olur?
Benim Hitler’le bu uzlaþmam, temelde geriye dönmenin var olmamasý üzerine kurulmuþ bir dünyanýn derin mi derin ahlaki çarpýklýðýnýn kanýtýdýr. Çünkü böyle bir dünyada her þey daha baþtan baðýþlanýr ve bu da demektir ki müstehzi bir sýrýtýþla her þeye izin verilir.
Yaþamlarýmýzýn her saniyesi sonsuz kere yineleniyorsa, Ýsa’nýn çarmýha çivili olduðu gibi biz de sonsuzluða çivilenmiþiz demektir. Bu, insaný dehþete düþürecek bir olasýlýk. Sonsuza Kadar Yinelenme dünyasýnda her attýðýmýz adýma dayanýlmaz bir sorumluluðun aðýrlýðý gelir çöker. Ýþte Nietzsche, Sonsuza Kadar Yinelenme düþüncesine bunun için yüklerin en aðýrý demiþtir (des schwerste Gewicht).
Sonsuza Kadar Yinelenme yüklerin en aðýrýysa, bizim yaþamlarýmýz bu aðýrlýðýn karþýsýnda göz kamaþtýrýcý bir hafiflik içinde belirmektedir.
Peki, aðýrlýk gerçekten nefret edilesi, hafiflik de göz kamaþtýrýcý mýdýr?”