‘Vatan borcu’ ve bir ‘akil’ muhasebesi!

İki ay önce Sayın Beşir Atalay arayıp da “akan kanın durması, Türkiye’de huzur ve kardeşliğin kalıcı hale gelmesi yolunda katkılarınızı bekliyoruz” dediğinde, bir an dahi tereddüt etmedim.

Meseleyi gazeteci olarak yakından takip ediyordum elbette ama bana evet dedirten asıl neden, meseleyi kalbimi daraltan şahsi bir meselemmiş gibi algılıyor olmam ve tüm zorluğuna rağmen çözümün mümkün olduğuna, bunun için ısrarla, şaşmadan, kolaya kaçmadan çalışmak gerektiğine inanmamdı. 

Nihayetinde bunu “vatan borcu” bildim ve heyetin diğer üyeleri gibi gönüllü olarak yollara düştüm.

Ege Grubu’nun sekiz üyesi olarak sekiz hafta boyunca işimizden ailemizden çaldığımız zamanları tatil günlerine ekleyerek sekiz ili ve ilçeleri dolaştık, 60’dan fazla toplantı yaptık. Şehit ailelerini ziyaret ettik, çarşıda pazarda insanlarla konuştuk, notlar aldık.

Eşsiz bir tecrübe sunan bu iki ayın sonunda şunu rahatlıkla söyleyebilirim:

Türkiye bu işi başarıyor, başaracak. Türkiye’de ilk kez devlet ve toplum aynı noktada buluştu. Bu, Türkiye’nin en büyük kazanımıdır. 

Çözümü kati surette halk istiyor. Farklı düşüncelerde olmasına ve siyasetin tavanında görülen ayrışmaya rağmen makulde buluşuyor. Ancak iki şey var görmemiz, hakkını teslim etmemiz gereken:

1) Devleti, toplumu ve uluslararası kamuoyunu meselenin çözümüne hazırlayan ve sandığa gömülme riski dahil sürecin bütün siyasi sorumluluğunu üstüne alan AK Parti ve Başbakan Erdoğan. 

2) Türkiye’yi karanlık bir korku tüneline hapsederek kan üzerinden nemalanan derin yapılanmanın, güncel adıyla Ergenekon ve Balyoz’un yargılanması. Unutmayalım ki PKK’nın silah bırakmasının önemli nedenlerinden biri de umudunun Silivri’ye gömülmüş olmasıdır. 

Ancak yürüyen süreci son dört aydan ibaret sanmak hata olur. Bütün demokrasi tecrübemizi ve 30 yıldır içinde debelendiğimiz kan çukurundan çıkmak için 20 yıldır yapılan kimi denemeleri de sürece dahil etmek gerekir. Ama bizi sonuca yaklaştıran adımlar elbette ki son on yıla ait.

Türkiye, dünyadaki benzer tecrübelerden faydalansa da şu an tamamen “made in Turkey” bir yöntem deniyor. Görünen o ki teorik, pratik ve stratejik olarak da son derece başarılı. Akil İnsanlar Heyeti çalışması bile tek başına önemli bir “buluş”.

Heyetin ülkenin dört tarafından topladığı veriler bir Türkiye havuzu oluşturdu. Bu mesele özelinde bölgeler arasındaki bilgi ve duygu farklılığı ilk kez aynı havuza dökülüyor. Bu veriler, hem sürecin ilerleyen aşamalarına rehber olacak hem de bizi birbirimize biraz daha yaklaştıracak. 

Dört aydır Türkiye’de PKK terörü nedeniyle kimse ölmedi. İşte bu müthiş bir şey, sürecin neden selamete kavuşması gerektiğini anlatan en önemli şey!

Sahada gördük ki:

Ege’de destek yüzde 60’ın çok üzerinde. Daha da artacaktır. CHP’nin yapamadığını yapan İzmir Belediye Başkanı Aziz Kocaoglu’nun “kalbinin sesini dinleyerek” Diyarbakır’a gitmesi ise hem ahlaken hem siyaseten çok değerlidir.

Ancak Egelilerin genelinde Kürt meselesine ilişkin bir bilgi ve empati eksikliği görülmekte. Bu durum duygusal onarım aşamasının zorluğuna ilişkin işaret fişeği sayılmalı.

Ege’ye zorunlu göçle gelmiş, bugün kısmen entegre olmuş olsalar da çok acılar çekmiş Kürtler, geçmiş uygulamaları için devletten özür bekliyor. Ki yaralara şifa olması umulur.

Başbakan’ın Ege’ye daha çok gelmesini, üslubunu yumuşatmasını isteyenlerin sayısı ise hiç az değil.

Velhasıl sürecin sağlıklı şekilde yürümesinin, kimsenin ölmemesinin bir sonucu olarak kuşkular azalıyor, sorular nitelik değiştiriyor. Endişeli sorular buharlaşırken yerini anayasal hak ve özgürlüklere dair talepler ve çözüme dair öneriler alıyor. Ki ikinci aşama için gerekli zemin de budur.