Vatandaşlığın ''On para etmez'' demeden önce iki kere düşün

Avrupa ve Türkiye’deki film festivallerinde resmi dil ve milliyetin yurttaşlık değil etnisite esasına dayandırılması tartışılıyor. Sorun ulusal fonlardan destek alma ve haksız rekabet oluşturma değilse, sinema sanatını bürokrasi cenderesine almaya gerek duyulmaz.

Türkiye’de meydana gelen her olayı ilk ve tekmiş, herhangi bir yasaya, kurala, teamüle bağlı değilmiş gibi tartışmayı ve tartışmaları ana eksenlerinden saptırıp popülist bir yörüngeye oturtmaya bayılırız. Adana Altın Koza ve Antalya Altın Portakal film festivallerinin ardından büyük ödülleri kazanan filmlerin kimlik ve aidiyetleri etrafında dönen tartışmalarda da aynı sorunla yüzleştik.

Altın Koza’yı kazanan Babamın Sesi’nin Kürtçe olması üzerinden herhangi bir yasal ya da meşru dayanağı bulunmasa da konjonktür öne sürülerek, ulusal yarışmaya alınmaması önerisi tepki yarattı. Altın Portakal kazanan Güzelliğin On Par’ Etmez’in bir Avusturya yapımı (Dor Film) olduğu, Avusturya Film Komisyonu tarafından desteklendiği ve Karlovy Vary Film Festivali’nde bu şekilde yarıştığı ortaya çıkınca daha ciddi bir tartışma patlak verdi. 5-11 Ekim günleri arasında Bulgaristan’ın Varna kentinde düzenlenen Altın Gül Film Festivali’nde de Bulgaristan’ın azınlık ortağı olduğu Avusturya yapımı Spain adlı film de En İyi Senaryo Ödülü aldı ve benzer bir tartışma yarattı ama bir sonuca bağlanmadı.

KİMLİĞİ KÜLTÜRLE AÇIKLAMA HAKKI

Türkçe altyazı gerektiren filmlerin ulusal yarışmalara alınmaması önerisi Türkiye’de bile kabul göremeyecek kadar ayrımcı bir öneri. Avrupa Konseyi Bölgesel Diller ve Azınlık Dilleri Senedi’ne aykırı olması bir yana Türkiye’de geleneksel olarak birçok farklı anadili konuşanları dışlıyor. Almanya Fatih Akın, Ayşe Polat, Yüksel Yavuz ve başka Türk yönetmenlerin yaptığı sinemayı sorun etmiyor. Ettikleri anda Neo-Nazi suçlamasıyla karşılaşmaları işten bile değil. Fransız yapımlarında sıklıkla Arapça ve Afrika dillerinin konuşulduğu, kültürel açıdan Fransa’yı değil filmin geçtiği ülkeyi temsil eden filmler çoğunluğu oluşturuyor.

Bir filmin meta olarak bürokratik tanımı yerine onun kimliğini kültürel bağlamda ele almayı tercih etmek hakkımız. Tıpkı İsrail vatandaşı olan, İsrail topraklarında, İsrailli ekiplerle çalışan ama filmlerinin İsrail yapımı olarak anılmasını istemeyen Filistinli yönetmenlerin tercihine saygı duyduğumuz gibi! Elia Suleiman ve Hany Abu Asad’ın filmleri bu koşullarda gerçekleştirildi. Ayrıca İsrail yapımlarında da Arapça dahil hiçbir dilin kullanılması sorun edilmiyor hatta İsrail ile kültürel bağı bulunan ama ekonomik ve bürokratik bağı bulunmayan filmleri de benimsiyor.

DANİMARKA’DA ‘DAN’ ETNİK KÖKEN TERCİHİ

Milliyetin yurttaşlık değil etnisite esasına dayandırılması, hak ve özgürlükleri engelleyen ve ayrımcılığa yol açar. Mayıs ayında Danimarka Film Enstitüsü’nün 2011 Ekim ayında destek için başvuran bir çocuk müzikalini “Oyuncularının Dan olmayan etnik kökenleri nedeniyle Kopenhag dışında gişe yapamayacak olması” gerekçesiyle reddettiği ortaya çıktı, örneğin. Başkent dışında yaşayan Danimarkalıların “renkli” çocukların rol aldığı bir müzikali izlemek istemeyeceklerini vurgulayan red mektubu bir skandal olarak nitelendirildi.

Güzelliğin On Par’ Etmez’in durumu teknik bir açıklama gerektirir öncelikle: Filmlerin bir milliyetinin olması tamamen ticari bir düzenleme ihtiyacından doğar. Herhangi bir yerli mal ya da ithal malı misali farklı vergilendirme türlerine tabi oldukları için filmlerin hangi ülkenin yapımı olduğu belirtilir. Ülke sınırları içindeki sinemalarda gösterime sokulan filmler, diğer ticari mallar gibi piyasada satışa sunulur. Dünyanın hemen her yerinde bu nedenle filmin milliyetini sermaye sahibi belirler. Filmin ticari hakları kimin elindeyse sahibi odur, yaratıcıları değil.

Filmlerin milliyeti ayrıca Avrupa Ortak Yapım Sözleşmesi uyarınca bir puanlama sistemiyle belirlenir. Filmin en az yüzde 51’ine sahip olan yapımcı TC vatandaşı değilse toplam 22 puanlık sistemde asgari 14 puanı tutturan yapım yerli film kabul edilir. Yönetmen 3, senarist 3, özgün müzik bestecisi 1, birinci başrol oyuncusu 3, ikinci başrol oyuncusu 2, karakter oyuncusu 1, sanat yönetmeni 1, görüntü yönetmeni 1, kurgucu 1, ses mühendisi 1, mekân yoğunluğu 1, laboratuvar 1, orijinal çekim dili (Türkçe olması halinde) 3 puan eder. İsveç’te 13 üzerinden 7 puanı tutturmak gerekir ve ağırlık finansmanda değil yaratıcı ekiptedir: Yönetmen 3, ana yapımcı 2, senarist 2, başrol oyuncusu 1, ana finansör 2, görüntü yönetmeni 1, dil 2 puan eder.

Görüldüğü gibi bu ölçütler değişebilir, tıpkı filmler hakkındaki yargıların değişebileceği gibi. Eğer söz konusu olan ulusal fonlardan destek alma, ticari dolaşımda çeşitli vergi, gümrük indirimlerinden yararlanma gibi ayrıcalıklar nedeniyle haksız rekabet oluşturma değilse sinema sanatını bürokrasi cenderesine almaya gerek duyulmaz. Fransız mahkemesi Warner Bros ana yapımcısı olduğu ve çok yüksek bir bütçe öngördüğü için Jean-Pierre Jeunet’nin Kayıp Nişanlı adlı filminin Fransız yapımı olmadığına karar vermişti. Bu yüzden kar amacı gütmeyen organizasyonlar olan film festivalleri sanatsal özerkliklerini kullanarak kendi yönetmeliklerini oluşturma, bürokratik kısıtlamaları esnetme hakkına sahip olmalıdır. Bir filmin kültürel aidiyetini makul ölçüler dahilinde değerlendirip onu ulusal yarışmaya kabul edip etmemek festivalin sanat yönetiminin takdirine neden bırakılmasın?

Bir filme bir sanat organizasyonu çerçevesinde ticari kaygılarla konmuş kurallar çerçevesinde “vatandaşlığın on para etmez” demeden önce iki kere düşünmekte ve kültürel bir değerlendirme yapmakta yarar var. Sinemacılara filmlerinde yer verdikleri karakterlerin etnik kökenlerinden yola çıkıp “vatandaş Türkçe konuş” çağrısında bulunmak ise ifade özgürlüğünü zedelediği gibi ayrımcılık sınırlarını zorlar.