Vekâleten dış politika

Irak’ın ikinci kez ABD tarafından işgalinden beri, gerek Türkiye’nin yakın coğrafyasında gerekse de farklı kriz bölgelerinde yeni bir dış politika dalgası ortaya çıkmış durumda. Bu yeni dalganın oluşmasında, küresel güç konumundaki ABD’nin 11 Eylül sonrasında ortaya koyduğu politikaların çok daha derin krizler üretmiş olması ana zemini oluşturdu. Aynı dönem, farklı siyasal ve ekonomik dinamiklerin de oldukça olumsuz trendler izlediği bir döneme denk geliyordu. 

Irak’ın işgaliyle, uzun yıllar sonra hareketlenmeye başlayan enerji fiyatları, 2005’le birlikte birçok farklı projeksiyonu çoktan allak bullak etmişti. İzleyen yıllarda, gelişmiş ekonomilerdeki durağanlık ilk işaretlerini vermeye başladı. 2008’le birlikte küresel mali krizin baş göstermesiyle de yaşanan regresyon ilan edilmiş oldu. Finansal buhran hızla ekonomik krize dönüşmekte gecikmedi. Milenyumun ilk on yılının başlangıcı ve sonu arasında tam anlamıyla farklı bir ekonomi-politik tablonun ortaya çıkması, küresel kapitalizmin dalgalarının ne kadar hızlı ve frekansının değişken olduğunu gösterdi. Bugün hâlâ son on yılda ortaya çıkan iktisadi döngünün içerisinden çıkılmış değil. Farklı ekonomiler, kendilerine has sıkıntıları yaşamaya devam ediyorlar.  

Ortaya çıkan bu manzaranın dış politikaya yansıması tahmin edilenden çok daha sert oldu. Kimsenin beklemediği ölçüde, farklı güç odaklarının sorunlar hiyerarşisi ve önceliği baştan aşağı değişti. Açıklaması oldukça güç olacak düzeyde, 10-15 yıl önce farklı güçler için kullanılan sıfatlar baştan aşağıya değişim gösterdi. Daha binyılın başında iki işgal ve oldukça aktif bir küresel ‘terörle savaş’ başlatan ve neredeyse misyoner politik bir çizgi izlemekle itham edilen Amerika, son birkaç yılda ‘kararsız güç’; 2000’lerin başında konsolidasyonun zirvesine çıktığı farz edilen Avrupa ise ‘hasta adam’ olarak anılmaya başlandı.

20. yüzyılı baştan aşağı dizayn eden aktörlerin modern dünya sistemi içerisindeki rolünde yaşanan bu yapısal kırılma, beraberinde ciddi neticeler getirdi. Kuzey’in siyasal ve ekonomik politikalarına muhatap olan ülkeler de, en az Batı kadar bu durumdan etkilendiler. Gerek Batı güvenlik ve iktisadi şemsiyesinde yer alan aktörler gerekse de kriz alanlarında Batı ile karşı karşıya gelen unsurlar, belirsizliklerin zirve yaptığı bir döneme girdiler. Bu aktörlerin yaşadığı sancılar ve maliyetleri ayrı bir tartışmanın konusu olarak mahfuz tutarak, Batı’nın bu yeni duruma dair geliştirdiği adaptasyon stratejisine göz atmakta fayda var. 

Özellikle Amerika ve Avrupa, yaşanan krizle açıktan yüzleşmenin maliyeti yerine geçmişte bir asimetrik strateji olarak kullandıkları vekâleten diplomasi ve savaş seçeneğine büyük ölçüde savruldular. Bu durumun en açık hissedildiği bölgeler Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Rusya ise yüzleştikleri coğrafyalar oldu. Doğrudan ve açık siyasal pozisyonlar almanın maliyetini Birleşmiş Milletlerin felç olmuş mekanizması ile küresel ekonomi politik krizi ve yükselen ekonomilerin sebep olacağı küresel dengedeki değişimi Kuzey’in tahakkümü altındaki küresel iktisadi örgütlenmelere havale ettiler. Sahada krizlerle askeri bir şekilde yüzleşmenin riskini ise vekâleten savaşan unsurlarla gidermeyi tercih ettiler. Ortaya çıkan sonuç; krizleri daha fazla büyütmekten ve ilerleyen yıllarda çok daha farklı neticeleri olacak yeni kriz alanları yaratmaktan öte geçemedi.

Bugün Suriye’den Ukrayna’ya, Mısır’dan Libya’ya, küresel ödemeler dengesinden enerji politikalarına varıncaya kadar ciddi bir yüzleşme krizi ile karşı karşıyayız. ‘No boots on the ground’ stratejisinin askeri boyutunu çoktan aşarak siyasi ve ekonomik alana da sirayet etmesiyle belirsizlikler daha da artmış durumda.

Böylesi bir makastan ise iki farklı yaklaşım çıkış adresini gösterebilir. Birincisi, oldukça kısa vadeli olan ve nihai anlamda krizi kötürüm haline getiren yaklaşım. Rusya örneğinde görüldüğü üzere, ‘kararsızlık’ göstermeyip doğrudan askeri hareketlenme ile ilk anda makastan çıkabilirsiniz. Lakin orta ve uzun vadede bir düzen ortaya koymanız veya tesis etmeniz mümkün değil. Suriye ve Ukrayna bunun en sıcak örnekleri. İkincisi ise reelpolitik düzlemde, başı sonu belli bir perspektifin etrafında ‘statükodan kopuş’, yeni bir düzen için cesaret göstermek anlamına gelmektedir. Bu, aynı zamanda vekâleten sorunlarla hemhal olmaktan çıkıp asaleten yüzleşme anlamı taşımaktadır. Türkiye Irak işgalinden beri, bu opsiyon için elinden geleni yapmaya gayret ediyor.