Verelim ne istiyorlarsa (!)

Bu sözü muhtemelen son günlerde siz de çok duyuyorsunuzdur.

Türk kökenli yurttaşların azımsanmayacak bir bölümü, ülkenin toprak bütünlüğünü tartışmaksızın, artık başka gençlerin ölmemesi için, kürt meselesinde bir siyasi çözüme yakın duruyorlar.

Şehit cenazelerinin toplumun çoğunluk etnisitesinin büyük bölümünü daha da radikalleştirmeyip, vicdanen, aklen, bir siyasi çözüme yaklaştırması Türkiye için son senelerin en sevinilecek, muhtemelen en gurur duyulabilecek konusu.

İşin bu tarafı çok olumlu.

Ancak, meselenin bir de çok olumlu olmayan yönü var ev bu olumsuz veçheyi kanaatimce en iyi açıklayan ifade de bendenizin başlığa çektiğim ifade: “Verelim ne istiyorlarsa”.

Bu ifadade çok sayıda sorun var ama ilk planda aklıma gelen iki meseleyi bugünkü yazımda sizlerle paylaşacağım ve bu zihniyet değişmediği sürece bugün kürt meselesini, yarın karşımıza çıkabilecek başka meseleleri çözmek öyle sanıldığı kadar kolay olmayabilir.

Bu ifadenin, “Verelim ne istiyorlarsa” ifadesinin ilk aklıma getirdiği ve bu ifadeye kullananlara doğurdan sorduğum soru şu: “Verelim” ifadesi birinci çoğul şahısta kullanılıyor; bu birinci çoğul şahıslar kimlerdir?

Bu soruyu yönelttiğim türk kökenli vatandaşların kahir ekseriyeti bu soruya “biz türkler” diye değil, “devlet” diye cevap veriyorlar.

Türk kökenli vatandaşlarımızı devletle özdeşleşmeye götüren dürtüler, saikler nelerdir?

Yurttaşların bir bölümü , özellikle de türk kökenli, yani anadilleri kuşaklardır türkçe olanlar kendilerini devletle özdeşleştirmişler ise bu topraklara kalıcı bir barış gelmesi mümkün müdür?

Türk kökenli vatandaşların kendilerini devletle özdeşleştirmiş olmaları ülkeyi iki temel yanlışa sürüklüyor: Birincisi yanlış bir devlet tasavvuru ise ikincisi ise devletin kendini her vatandaşa hizmet üretmekle ve sadece bununla görevli  bir hizmet örgütü olarak görmesini engellemesi.

Başka bir ifade ile çoğunluk etnik grup devleti sadece kendi kurumu olarak görüyor, devlet de böylece her vatandaşın etnik kökenine, inancına eşit durma, olmaz ise olmaz koşulundan kendini azade hissediyor ve böylece karşımıza her türlü bela dikiliyor.

İKİNCİ temel mesele de “vermek” fiilinin bizzat kendisinde.

Burada verilmesi tartışılan konu temel hak ve özgürlükler.

Devletin ya da bu devlet anlayışıyla özdeşleşen majoriter etnik grubun başka bir vatandaş grubuna “haklarını vermesi” ne demektir, bu nasıl bir devlet anlayışıdır?

Devlet, birilerine haklarını isterse veren (!), istemez ise vermeyen (!!) bir despot mudur?

Yoksa, devlet, tarafsız bir bekçi midir?

Devlet aygıtını, vatandaşların tümünün, anadilleri, kültürel aidiyetleri ne olursa olsun, insan, yurttaş olmalarından kaynaklanan temel haklarının, şiddete başvurmadan, özgürce kullanımının bekçisi olarak tanımlamak, bu hizmet örgütüne kutsallık atfetmeden tanımlamak o kadar zor mudur?

İlk görmemiz gereken, söz konusu temel hak ve özgürlükler ise, “verelim” diye başlayan cümlelerin işi orta vadede iyice zora sokacağıdır.

İkinci önemli nokta ise hem türk kökenlilerin, hem de devlet erkini kullananların “biz eşittir devlet” formülünü terketme mecburiyetidir.

Türkiye’nin temel sorunu devlet kavramının demokratik tanımının yapılamamış olmasıdır.  

twitter.com/KarakasEser