Ahmet KEKEÇ
Ahmet KEKEÇ
akekec@stargazete.com
Tüm Yazıları

Vicdanı ağzı bozuk gazetecilerden mi öğreneceğiz?

Memleketin en şanslı tutuklusu Soner Yalçın içeri alındığında, merkez medyada yer tutmuş “arkadaşları” kanlarıyla, canlarıyla karşı çıktılar bu duruma.

Kampanyalar düzenlediler.

İmzalar topladılar.

Yürüyüşler yaptılar.

Ben de anlam verememiştim... Kemal Bey’in “kaya gibi adam” diye tavsif ettiği bu arkadaş (ve ekibi), evet, yönettiği sitede kimi bel altı haberlere yer veriyor, Halk TV’nin satılmasına karşı çıkan Deniz Baykal’ı ikna etmek için “ikna heyetleri” (!) oluşturuyor, “kanka” bellediği arkadaşlarıyla kimi medya mensuplarına yönelik “itibarsızlaştırma kampanyaları” yürütüyordu, kısacası yatacak yeri yoktu ama bütün bunlar yıllarca mahpus tutulmasını gerektirmiyordu...

Hemen hatırlatalım:

Bir gazeteci hakkında olmadık haberler (“çubuk taktırdı”, vs...) yapmış, bol kahkahalar eşliğinde aynı gazetecinin yanlışlıkla eşcinsel parfümü kullandığını ileri sürmüşlerdi.

Bir kadın gazeteci hakkında da, akla havsalaya sığmayacak iftiralarda bulunmuşlardı... (İftira örneklerine yer veremiyorum. Hem ayıp, hem o kadın gazeteciye haksızlık.)

Bir başka gazeteciyi de (af buyurun) “anası bellenecekler” listesine almışlardı. Ve Soner Yalçın’la kanka pozisyonunu sürdüren ağzı bozuk efradından biri telefonla müjdeyi vermişti: “Yarınki yazımda İsmail’in anasını belledim...”

Çirkindi...

Pespayeydi...

Nerden bakarsanız bakın, adiceydi...

Fakat, bütün bu çirkinlikler, “tutuklu yargılamayı” gerektirmiyordu.

Fırsat buldukça bu düşüncelerimi yazdım.

Ek olarak da, Soner Yalçın ve gibileri için “Bu zulümdür” şeklinde kampanya yürüten arkadaşları ortadaki “problemli gazeteciliği” görmeye davet ettim.

Fakat, “Soner’im de Soner’im” diyen, başka da bir şey söylemeyen arkadaşları, kamuoyunu “vicdan sınavına” tabi tutmaktan çekinmediler, buna cüret edebildiler, Allah’tan korkmadılar.

Vicdanlı olmak istiyorsak, her gün “Soner, Soner” diye inleyecektik.

İstiklal Caddesi’nde yürüyüş yapacaktık.

İmza kampanyaları düzenleyecektik.

Ergenekon Savcıları’na küfredecektik.

Boş buldukça da Cemaate ve Polise sallayacaktık.

Bütün bu eylemler bizi “vicdanlı” yapacaktı.

Böyle düşünen eşhasın gözünde “vicdanlı” görülmek benim açımdan züldür ama iki yıldır hem köşemde, hem de konuk bulunduğum televizyon programlarında Soner Yalçın ve gibilerinin pekala tutuksuz da yargılanabileceklerini, Nedim’le Ahmet’e yapılanların “yanlış” olduğunu, Hanefi Avcı işinde ifrata kaçıldığını tekrarlayıp duruyorum.

Buna bir de Malatya İnönü Üniversitesi eski rektörü Fatih Hilmioğlu eklendi...

Birkaç hafta önce, Ülke TV’deki “En Sıra Dışı” programında, Yusuf Ziya Cömert ve Turgay Güler’le birlikte, Fatih Hilmioğlu meselesini konuştuk, ağır hastalıklarla mücadele eden eski rektörün tahliye edilmesi gerektiğini söyledik.

Ne söylemesi... Haykırdık.

Burada da haykırıyorum işte...

Fatih Hilmioğlu, “en kıyıcı” rektörlerin başında geliyordu.

Küstahtı. Kabaydı. Nobrandı.

Bu ülkenin Başbakanını “başbayi” diye aşağılamayı marifet bellemiş en namlı Kemalistlerden biriydi.

Kendisini hiç sevmedim.

Sevmeyeceğim.

Fakat içinde bulunduğu durumu “oh olsun” diye karşılayanlardan biri de olmayacağım.

Evet, Fatih Hilmioğlu tahliye edilmeli...

Kamuoyunu vicdan sınavına tabi tutan serseriler de, hiç değilse, bir parçası oldukları “problemli gazeteciliğin” hesabını vermeli ve “Biz kimiz ki insanları vicdanlı olmaya davet ediyoruz? Hangi yüzle, hangi sıfatla? İsmail’den ve incittiğimiz gazetecilerden özür dilemeden nasıl böyle bir işe kalkışabiliyoruz?” demeli.