Woody Allen’dan insan manzaralarý

Kariyeri iniþli çýkýþlý bir grafik izleyen ve en ciddi yapýmlarýný 1970’lerin sonuyla kimi 80’li yýllarda veren Woody Allen’ýn Uzun Boylu Esmer Adam (aslýnda Uzun Esmer Bir Yabancýyla Tanýþacaksýn) filmi, daha çok 1989’daki Crimes and Misdemeanors (Suçlar ve Kabahatler) adlý çalýþmasýndaki gibi insanlarýn hayat içindeki hata sayýlabilecek davranýþlarý üzerine kurulu. Üst-ses olarak bir anlatýcý eþliðinde ilerleyen film, bu yanýyla çaðdaþ bir fablý andýrýyor ve Shakespeare’in Macbeth’teki bir deyiþinden alýntýyla, “hayatýn, sonunda bir þey ifade etmeyen bir gürültü ve çýlgýnlýk” gibi nihilizmi çaðrýþtýran bir belirtimle açýlýyor. Çaðdaþ Batý dünyasýnýn bir masal havasýnda, paralel hayatlar üzerinden bir yorumunun yapýldýðý eserde, özellikle aile yapýsýnda meydana gelen yarýlmalar örnekleniyor ve kimi eþler tam bir ayrýþmaya giderken, kimileri yeniden bir araya gelme ihtimalini zorluyor.

Woody Allen’ýn zaman zaman absürtlük sýnýrýnda dolaþan genel filmografisi, dramatik yapý olarak bakýldýðýnda, bu filmde de olduðu gibi, açýklýðýn rahat sergilendiði bir karakter taþýyor. Bir yandan etik kaygýlar taþýyor görünse de, Allen, ortaya koyduðu bu gerçekçi tavýrla aslýnda etik olaný kendi eliyle bozunduruyor. Batý hayat tarzýnýn vazgeçilmezleri haline gelen bu rahat betimlemeler, artýk aile yapýsýnýn dahi sarsýntýya uðramasýnýn, kendi kendini yok etmeye götürecek bir sürece taþýnmasýnýn çaresiz alamet-i farikalarý oluyor. Paralel hayatlarýn birinde, falcý bir kadýnýn aþýrý tesirine giren yaþýný almýþ bir kadýnýn artýk hurafeyi gerçekle ikame etmesiyle hayatýný nasýl sanal bir raya oturttuðunu görüyoruz. Öte yandan, bu kadýnýn eþi, kendinden yaþlar küçük hafifmeþrep bir kadýnla olan evliliðe varacak maceraya atýlacaktýr. Konformizmin bu kadarýnýn nerdeyse sýnýrsýzca yaþandýðý bir hayat çizgisinin, kendi kendini idame ettirebilir bir çizgiden oldukça uzak kalan baþka toplumlardaki insanlarýn hayatýnýn neresinde durduðunu ise zihnimizin bir yerinde gözden geçiriyoruz.

Belli dertleri olan insanlarýn yaþadýðý toplum parametrelerinin özellikle insan zaaflarý odaklý bir hayat tarzýyla þekillenmesi, bir þekilde kötülük olgusunun aðlarýný örmesi anlamýna geliyor. Öyle ki, kötülük insanýn kendi fýtratýna karþý her adým atýþýnda biraz daha güçlenerek, gürbüzleþerek kendi kiþisel hayatýna dahlini ve muhasarasýný gerçekleþtirecektir.

Girift bir iliþkiler aðýnda olan filmin karakterleri, kiþilik zaaflarýnýn adeta kurbaný olurlar; kötülük olgusunun en üst dereceye týrmandýðý an ise yazarlýk uðraþýsý içinde olan filmin kahramanlarýndan birinin, öldüðü haberini aldýðý bir arkadaþýnýn kitap müsveddesini kendi çalýþmasý gibi bir yayýncýya sunmasýnda tezahür eder. Böylesi sahte bir yaþantý tarzýna giren yazar adayýnýn, arkadaþýnýn ölmeyip ciddi þekilde bilincini kaybettiði gerçeðiyle karþýlaþmasý da tam bir varoluþsal yýkým olacaktýr. Allen’ýn kendi mütereddit kiþiliðinin filmlerine neredeyse birebir yansýmasý, film kiþilerinin dik bir tavýr sergilenmesindeki nakýsalarýnýn altýnda yatan unsur olarak karþýmýza çýkar. Film, anlatýcýnýn yer yer ortaya çýkmasýyla, çaðdaþ bir masal olduðunu bize her defasýnda hatýrlatacaktýr; iliþkiler cinsinden ilerleyen dramatik yapýsý ise aþkýn veya sevginin artýk gitgide geriye dönülmez bir biçimde nasýl dönüþtüðünü de sergileyecektir. Shakespeare’in baþtaki deyiþi, filme ve filmin yansýtma iddiasýnda bulunduðu gerçek hayata nüfuz ettiði takdirde sonuç itibariyle hayatýn anlamsýzlýðý üzerine bir önermeye dönüþüyorsa, Woody Allen’ýn kýssadan hissesi hiçlikle örtüþük bir anlamsýzlýða tekabül eder ki, burasý felsefi, imani ve tasavvufi bir mevzudur.