Ya beynimizin tamamını kullanabilseydik?

Luc Besson’un son filmi Lucy, The Fifth Element kadar başarılı olmasa da sıradışı bir bilimkurgu. Kadrosundaki Scarlett Johansson ve Morgan Freeman gibi iki dev isimle de dikkat çekici. 

Luc Besson, Avrupa’nın yetiştirdiği önemli yönetmenlerden. Özellikle 2000 öncesi, sineması klasik mertebesine ulaşmış filmlerden oluşuyor. Derinlik Sarhoşluğu, Leon ve hatta The Fifth Element. Sonrasında ise bir düşüş yaşadığı gerçek. Minimoy serisiyle muhteşem ününü salladı. Geçen yıl ülkemizde BelalıTanık adıyla oynayan The Family veya yapımcılığını ve senaristliğini yaptığıTaken serisi yönetmenin düşüşünün eserleri. Besson ile Arthur ile Minimoylar filminin tanıtımı için ülkemize geldiğinde bir röportaj yapmıştım. O röportajda sinemayı bırakacağını söylemişti ama yoluna devam etti. Bu devam ediş 2000 öncesi yarattığı muhteşem kariyerin hep gerisinde kalacak gibi gözüküyor. Lucy ise yönetmenin tekrar kıpırdandığı bir film.

Filmin konusu çok ilginç. Bilindiği üzere insan beyninin yüzde 10’unu kullanıyor. Peki bu oran yüzde 100’e varsaydı ne olurdu?  Sadece bu ilginç soru bile film için bize çok şey vaat ediyor ama Besson’un elinde hak ettiği noktaya ulaşmış mı, şüphelerim var. Film sevgilisi tarafından oyuna getirilen Lucy’nin içinde ne olduğunu bilmediği bir çantayı Kore mafyasına teslim etmesiyle başlıyor. Özellikle bu sahneler yakın dönem Uzakdoğu sinemasının yükselen mafya filmlerinden çok etkilenmiş. Neredeyse Oldboy tadında bir film seyredeceğiz sanıyoruz. Ama Lucy’nin getirdiği çantada yepyeni uyuşturucu bir madde çıkması ve Lucy’nin zorla kurye yapılmasıyla  gelişen olaylar sinemasal anlatımı da etkiliyor ve bambaşka bir filmle karşılaşıyoruz. Lucy ve üç kuryenin karınları kesiliyor, içlerine uyuşturucu olan bir paket yerleştiriliyor. Amaç, paketleri Avrupa’nın büyük şehirlerine ulaştırmak. Lucy’nin uçağa binmeden önce mafya fedailerinin tecavüz etme girişimleri sırasında karnına aldığı bir tekmeyle uyuşturucu paketi patlıyor. İçeriği bilinmeyen yeni uyuşturucu hızla Lucy’nin kanına karışıyor. Bu noktada hiç beklenmeyen birşey oluyor ve Lucy’nin beyin hücreleri etkileniyor. Kısa süre içinde beyninin yüzde 10’undan çok daha fazlasını kullanmaya başlıyor. Önce 20’ler seviyesine çıkan Lucy, sonra bütün beynini kullanmaya başlıyor. Yeni elde ettiği güçler intikam güdüsünü tetikliyor. Daha sonra ise Morgan Freeman’ın canlandırdığı bilim insanı Norman’a ulaşıyor. Norman’ın yönlendirmesiyle bu durumunun insanlık için nasıl bir yarara döndürebileceğini çözüyor. Tabii bütün bunlar yaşanırken uyuşturucunun sahibi olan mafyayla mücadele devam ediyor.

DERİN BİR ÇÖZÜMLEME

Muhteşem bir bilimkurgu olacak film, Besson sayesinde hafif komik, biraz Uzakdoğu aksiyon sinemasından apartılmış, türü tam da anlaşılamayan bir film haline geliyor. Halbuki Besson bu filmde yapmak istediğini  The Fifth Element ile başarmıştı. Hem komedi ve aksiyonu hem de bilimkurguyu aynı potada çok iyi eritmişti. Ama Lucy filminin konusu daha derin bir felsefe ve çözümleme istiyor. Besson’da ise ne yazık ki bu yok.

Kişisel olarak beni rahatsız eden bir şey daha var filmde. Bu tür yapımlar her ne kadar fantazi olsa da günümüzün politik ve sosyolojik durumundan etkilenir. İleriye yönelik bir mesaj verir, mesajın kökleriyse günümüzün gerçekleriyle mutlaka buluşur. Günümüzde beyninin yüzde 10’unu kullanan insanoğlunun haline baktığımızda yüzde yüzünü kullansa ne gibi felaketler yaratacağını sormak bizim hakkımız değil mi? Yüzde 10’u ile dünyayı mahveden insanoğluna hiç mi bir gönderme yapmaz insan böyle bir filmde. Besson’un hikayesine göre yüzde 100’e vardığımızda organik bir bilgisayara dönüşüyoruz: Çok klişe. Hele finalde bir diyalog var ki of çektiriyor izleyiciye. Beyninin yüzde 100’ünü kullanmaya başladığı anda Lucy yok oluyor, filmden bir karakter soruyor: “Nerede bu kadın?” Adamın elinde tuttuğu telefonda bir mesaj beliriyor: “Ben her yerdeyim.” Yani her yerde olan kimdir? Kısacası insan beyninin yüzde 100’ünü kullandığında tanrısallaşıyor. Sonuna kadar klişe. Besson bize yeni hiçbir şey vermiyor.

LİSELİ POLİSLER ÜNİVERSİTEDE

Liseli Polisler 2, Channing Tatum ile Jonah Hill’in ne kadar iyi bir ikili olduklarını bu filmde de kanıtlıyor. Komik tombul adam ve yanındaki dürüst ve başarılı ortağının öyküsü, eğlenceli bir film arayanlar için iyi bir seçenek.

TÜRK sinemasına ilişkin son dönemin popüler eleştiri konusu, komedi filmlerinin izlenirliği ve seyirci sayısındaki diğer tür filmlere karşı sağladığı üstünlük. Aslında yurt dışına baktığımızda da çok farklı bir durum yok. ABD’de de dram veya trajedi içeren filmler eğlence filmlerine karşı gişede çok kan kaybediyor. Türkiye ile arasındaki fark ise Hollywood eğlencenin içini sadece komediyle doldurmuyor. Teknoloji ve büyük bütçe isteyen bilimkurgu, fantastik ve aksiyon filmlerini de kattığınızda dram ve trajedinin, trajik hali gözlerden kaçıyor. Ülkemizde film bütçelerinin içler acısı durumu aslında kimsenin teknolojiyle ilgili endişelerinin olmaması gerçeği, komedi türünün göreceli olarak kolay film haline gelmesi yüzünden bir tarafta dramlar ve sanat filmleri diğer taraftaysa tek başına komedinin durduğu bir ortamı yaratıyor. Biz de elimizdeki verilere bakıp “Komedi filmleri gişeyi süpürmüş” diyerek ahkam kesiyoruz. Ne yapsın izleyici? Türk sineması eğlence adına ona komediden başka bir şey vermiyor ki! Yazının başında da dediğimiz gibi yurtdışında da eğlence vaat eden filmler gişenin büyük payını kapıyor. Hal böyle olunca da tabii devam filmlerinin gelmesi şaşılacak bir durum değil.

KOMEDİNİN SIRRI BU İKİLİDE SAKLI

Liseli Polisler 2 filmi, 2012’de vizyona girdiğinde örneklerini çok gördüğümüz Amerikan komedilerinin biriydi. Fakat Jonas Hill gibi son dönem komedyenlerin en başarılılarından birinin senaryoda ve oyunculukta parmağı vardı. Zaten komedinin gizemi budur: Komik tombul adam ve yanında sağlam, dürüst ve başarılı ortağı. İlk filmde Jonah Hill ve Channing Tatum polis kolejini bitirdiklerinde gizli görevle liseye geri dönüyorlardı. Eğlenceli bir macera ve finali vardı. İkinci filmdeyse polislerimiz üniversitede görev alıyor. Polis memurları Schmidt ve Jenko yerel bir üniversitede gizli görev üstlenirler. Ancak Jenko spor takımında kendine bir kanka bulur. Schmidt de bohem sanat bölümüne sızınca, ortaklıklarını sorgulamaya başlarlar. Artık sadece davayı çözmeye değil, olgun bir ilişki yürütüp yürütemeyeceklerine karar vermeleri de gerekmektedir. Öğrencilikten olgunluğa geçebilirlerse, üniversite başlarına gelmiş en güzel şey olacaktır. Fakat bu o kadar da kolay olmaz. Sıcak yaz günlerinde serin salonlarda sinema seyretmenin keyfine varmak için ideal vakitler. İyi seyirler!

FİLMİN KÜNYESİ

Orijinal adı:

22 Jump Street

Yönetmen: Phil Lord,

Christopher Miller

Senarist: Michael Bacall Oyuncular: Jonah Hill, Channing Tatum, Peter Stormare, Ice Cube

Tür: Komedi

Yapım: 2014, ABD, 112 dakika