Yaklaşan fırtına öncesi

Artık pek çok makale ve araştırmanın giriş cümlesine rahatlıkla ‘Ortadoğu’da sınırlar yeniden çiziliyor’ yazılabiliyor. Başka bir ifadeyle bu bir ‘çözülme’ ve böyle bir gidişatın kimi ne kadar etkileyeceği listesinde Türkiye’yi ilk sıralara yazmak herhalde yadırganmaz.

Böyle bir durumun sadece Ortadoğu ile sınırlı kalmadığını son birkaç yılın gelişmelerine bakarak görmek mümkün elbette. Sadece Libya örneği bile bunun için yeterli. Öte yandan hemen yanıbaşımızda önce Irak, şimdi Suriye ya da bunlarla eş zamanlı olarak devam eden Lübnan, Bahreyn, Yemen başlıklarına bakmak ateşin ne denli yakınımızda olduğunun ifadesi.

Tam da bu nedenle Türkiye’de iç siyasetin dengelerinin her zamankinden daha sağlam olması önem taşıyor. Çünkü böyle bir gidişatın, başka bir ifadeyle badirenin atlatılması sanıldığından çok daha zorlu bir mücadele gerektiriyor. Türkiye’nin etrafında I. Dünya Savaşı’ndan kalma ve o dönem itibarıyla çizilen sınırların, bu sınırlar içinde tarif edilen devletlerin birer birer çözülmesi; yerini ‘devletimsi’ yapıların alması yeni bir gelişme değil elbette.

Diğer yandan bu sorunu, sadece kendi siyasi sınırlarımızda mücadele ettiğimiz ayrılıkçı etnik ayaklanma üzerinden okumak yetersiz olacaktır. Kuşkusuz hepsiyle sınır komşusu olduğumuz üç ülkede ve bizde yaşayan Kürtlerin, büyük gidişatın içinde en fazla rol yüklenen topluluk olduğu ortada. Sadece bölgenin değil, neredeyse küresel ölçekteki tüm aktörlerin Kürt kartıyla çok uzun zamandır ve yakından ilgilendiği de.

Bu yüzden Ankara açısından tehdidin görünen kısmında böyle bir kartın sürekli olarak aleyhine geliştirilmesi çabası var. Ancak sadece Suriye örneği veya Irak’ın Kürtler dışındaki kesimleri bile olup bitenin neredeyse tüm etnik, dini ve mezhebi unsurlar üzerinden yeni bölünmelere karşılık geleceğini bize gösteriyor.

İki temel yaklaşım var. Birincisi, yüz yıl önce kurulan sınırları esas alarak ve o modeli tartışılmaz kabul ederek savunma hattını kurmak ve strateji geliştirmek. Diğeri ise yeniden şekillenme sürecinde rol almak ve eğer mümkün olacaksa ‘istikrar’ın yeniden ve nasıl kurulacağında etkin olmak.

Bunların her ikisinin de yazıldığı kadar kolay olmadığını, ayrıca arada pekçok farklı yaklaşımın olduğunu biliyorum elbette. Ancak çatışma giderek sertleşiyor. O nedenle az önce etnik, dini ve mezhebi olarak saydığımız ve herbirinin yakın coğrafyamızda her gün derinleşen fay hatları oluşturduğu bir dönemde daha hızlı karar alınması ve nasıl bir stratejik yaklaşımla ayakta kalınacağının öngörülmesi gerekiyor.

Bir felaket senaryosu üzerine konuşmak değil burada sözkonusu olan. Yaklaşan bir felaket öncesinde sorunun doğru anlaşılması, mümkünse önce kendi içimizdeki fay hatlarının daha fazla kırılmaması için sahici tedbirler alınması ve elbette bir sonraki coğrafi mesafede olup bitenle ilgili söz sahibi olunması.

Zor, ama yönetmekle yükümlü olduğumuz bir dönem. En küçük bir tereddüt bile göstermeden. Terörle mücadelede gösterilen kararlılık kadar, yaklaşan fırtına öncesi sağlam bir duruşun zeminini oluşturmak. Özeti bu.