Önce bir düzeltme:
Bir önceki yazýmda “mahzur” yerine “mahsur” kelimesini kullanmýþým.
Ne ayýp!
“Mahzur” sakýnýlmasý gereken, engel teþkîl eden þey demekdir.
“Mahsur” ise kuþatýlmýþ, muhâsara altýndaki þey yâhut þahýs anlamýna gelir.
Filanca iþi mahzurlu buldular... Ýçeride mahsur kaldýlar... gibi...
Bu dikkatsizliðimi ânýnda yakalayýp piþti gibi alnýma vuran okuyucuma buradan bir daha teþekkür ederim. Mesajýný alýr almaz personel dâiresinden dosyamý getirtip bizzat elyazýmla kendime bir ihtar verdim. Akþam el ayak çekildikden sonra belki gider gizlice silerim. Ama bir de farkedilirse rezâlet...
Hazýr açýlmýþken: Bu mahzur kelimesinin bir anlamý da yasak, memnû. Yâni ilki isim bu sýfat. Ama deðiþik Z harfleriyle yazýlýrlar. Arabcada birkaç Z var, belki biliyorsunuzdur.
“El zarûret (ok.: ezzarûret) tübîhü-l-mahzûrât.” (Zarûret yasak ve haram þeyleri mübah kýlar.) Ama zarûret hâli sona erince o yasaklar tekrar geçerli olur. Mecelle’de denir ki “Mânî zâil oldukda memnû avdet eder.”
Yâni diyelim ki bir kazâ sonucu dað baþýnda mahsur kaldýnýz. Bulunduðunuz yerde ise yiyecek olarak sâdece domuz eti var. Müslüman olduðunuz için domuz eti yemeniz memnû, haram ama zarûret karþýsýnda, ölmemek için o domuz etinden yiyebiliyorsunuz. Tabii kurtarýlýp tekrar normal hayâta dönünce domuz eti yasaðý yine yürürlüðe giriyor.
Ýslâmiyet pratik ve faydacý bir din.
Siz sevgili okuyucularýma böylesine yararlý bilgiler verdiðim için bana kimbilir ne kadar medyûn-u þükransýnýzdýr.
Eðer sizlere iki tür “mahzur” arasýndaki farký îzâh etmeseydim, maazallah, bedbaht bir ömür sürecekdiniz.
Meselâ manava gitdiniz. Diyorsunuz ki “Bay Manav, eðer bir mahzur yoksa þu üzümlerinbir tadýna bakabilir miyim. Ama lütfen yanlýþ anlaþýlmasýn: ‘Hazar’kökeninden olan mahzûru deðil ‘hazr’ kökeninden olanýný kasdediyorum.”
“Ha, anladým. Yâni zel ile yazýlanýný deðil dat ile yazýlanýný demek istiyorsunuz.”
“Aynen, Bay Manav!”
“Bâzen müþteri ikisini karýþtýrýyor da... Onun için ihtiyâten sorayým dedim”
“Haklýsýnýz, müþteri de artýk o eski müþteri deðil. Meselâ ben kasab’ým. Müþteri dükkâna giriyor. ‘Bonjour, Madame.’ diyorsunuz, aval aval suratýnýza bakýyor. Ondan sonra tutturmuþuz ille de AB’ye gireceðiz diye. Herif senin neyini alsýn?”
“Siz Fransýzcayý nerden öðrendiniz?”
“Geçen sene Hanýmla dört günlük bir Paris turuna katýlmýþdýk.”
“Dört günde Fransýzca öðreni- liyor mu?”
“Biz yazýn gitdik. Günler uzundu.”
Bakýnýz, bir hatâ iþledim, onu düzelteyim derken laf nerelere uzandý!
Acabâ “uzadý” mý yazsaydým?
Oysa bugün baþka bir bir dil konusuna, Kürd asýllý yurddaþlarýmýzýn “anadilde eðitim” taleblerinin nasýl karþýlanabileceði meselesine deðinmek istiyordum.
Ben niyet edildiði takdirde, Devletimizin resmî dili olan Türkçenin öðretimine halel gelmeksizin bu isteðin yerine getirilebileceði kanaatindeyim.
Ancak bundan önce aramýzdaki ateþli Kürd milliyetçilerinin, biraz kendilerine gelerek “maksimalist” (âzamiyetçi) isteklerden uzaklaþmalarý gerekdiðini sanýyorum.
Doðrusu bu yurddaþlarýmýn Türkiye Cumhûriyeti’ne “posta koyar” bir üslûb içinde konuþmalarý beni ziyâdesiyle rahatsýz ediyor. Bu lisan “anlaþmak isteyen” insanlarýn lisâný deðil.
Bakýnýz demografik yapýmýza dâir en yeni ve en sýhhatli olduðu vurgulanan bilgiler evvelsi gün yayýnlandý. Buna göre ülkemizde hâlen 60 milyon Türk ve 15 milyon Kürd yaþýyor.
Evet, 60 milyonun 15 milyona tahakkümü revâ-yý hak deðildir ama 15 milyonun 60 milyona tahakkümü hiç deðildir.
Keþke herkes bu gerçeðin künhüne vâkýf olsa!