Faik Tanrıkulu
Faik Tanrıkulu
Tüm Yazıları

Yapay zekâ, eğitimde devrim mi, yeni bir eşitsizlik dalgası mı?

Dijitalleşme dalgası ve yapay zekâ teknolojilerinin gelişimi, eğitim dünyasını sadece araçsal değil, kavramsal düzeyde de dönüştürmeye başladı. Özellikle Covid-19 sonrası hızlanan bu dönüşüm, eğitim sistemlerinde köklü reformları zorunlu kılıyor. Ancak bu dönüşüm yalnızca teknik bir yenilik değil; beraberinde etik, sosyolojik ve pedagojik sorgulamaları da getiriyor.

Yakın zamanda yayımlanan bir akademik çalışmamızda YZ teknolojilerinin eğitim süreçlerine entegrasyonunu, Kant'ın yargı kuramı ve Weber'in toplumsal analizleri ışığında ele aldık.

YZ'nin eğitimde sunduğu fırsatlar inkâr edilemez. Öğrencinin öğrenme hızına, ilgi alanlarına ve yeteneklerine göre özelleştirilebilen YZ destekli sistemler, klasik sınıf içi modelin sınırlarını aşmayı vaat ediyor. Kapsayıcılığı artıran, erişimi kolaylaştıran, öğretmenlerin iş yükünü hafifleten bu teknolojiler; eğitimde bireyselleştirilmiş öğrenme ve sürdürülebilir kalite açısından devrim niteliğinde.

Ancak bu dönüşümün gölgesinde kalan ciddi riskler de var. Her öğrenciye aynı dijital erişimi sunamayan altyapılar, kırsalda ya da düşük gelirli bölgelerde yaşayan öğrenciler için yeni bir eşitsizlik dalgası anlamına geliyor. Bu noktada, "dijital uçurum" kavramı giderek yerini "algoritmik uçurum"a bırakıyor: sadece cihazlara erişim değil, veriye nasıl erişildiği, verinin nasıl işlendiği ve kim tarafından yönlendirildiği, artık eğitimin niteliğini belirleyen faktörler arasında.

Fırsat mı, Eşitsizlik Üreten Yeni Bir Dalga mı?

Ancak bu hızlı dijitalleşmenin herkes için eşit fırsatlar sunduğunu söylemek güç. Dünya genelinde hâlâ yaklaşık 2,7 milyar insan internete erişemiyor. Özellikle kırsal bölgelerdeki okullar, altyapı eksiklikleri ve cihaz yetersizlikleri nedeniyle bu dönüşüme dahil olamıyor. Türkiye özelinde bakıldığında da, büyükşehirlerdeki okullar ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki okullar arasında dijital erişim açısından uçurumlar var.

Bu bağlamda, literatürde sıkça geçen "dijital uçurum" kavramı, bugün "algoritmik uçurum" olarak daha sofistike bir hal alıyor. YZ sistemlerine erişim sadece donanıma sahip olup olmamakla sınırlı değil; aynı zamanda bu sistemleri nasıl, ne kadar etkili ve ne ölçüde etik biçimde kullandığınızla da ilgili. Bu da eğitimde yeni bir tür ayrımcılığı gündeme getiriyor: algoritmaların ve veri analizlerinin belirli öğrenci gruplarını dışlaması ya da önyargılarla değerlendirmesi.

Öğretmenin Rolü Dönüşüyor

YZ'nin eğitimde sunduğu en dikkat çekici katkılardan biri, kişiselleştirilmiş öğrenme imkânı. Örneğin, Çin merkezli SquirrelAI ve ABD'deki McGraw-Hill ALEKS programı, öğrencilerin bireysel hızlarına ve ihtiyaçlarına göre eğitim içerikleri sunuyor. IBM Watson gibi sistemler, öğrencilerin güçlü ve zayıf yönlerine göre otomatik analizler yaparak öğretmenlere rehberlik sağlıyor.

Ancak tüm bu gelişmelerin bir sonucu da var: Öğretmenlik mesleği yeniden tanımlanıyor. Artık öğretmen sadece bilgi aktarıcısı değil; dijital içerikleri yöneten, öğrenciyi yönlendiren, veri okuryazarlığı olan bir "öğrenme rehberi" olmak zorunda. Bu da öğretmenler için yeni beceri setleri, yeni mesleki gelişim yolları anlamına geliyor. Ancak OECD raporlarına göre Türkiye'deki öğretmenlerin %60'ı hâlâ dijital içerik üretme konusunda yetersiz hissediyor.

YZ ile gelen dönüşüm, öğretmenlik mesleğini ortadan kaldırmak bir yana, öğretmeni yeniden tanımlamayı gerektiriyor. Öğretmenler, yalnızca bilgi aktarıcısı değil, teknolojiyi rehberlikle harmanlayan birer öğrenme koçu rolüne evriliyor. Bu nedenle, öğretmenlerin dijital yeterliliklerini artıracak sürekli mesleki gelişim programları kaçınılmaz hale geliyor.

Elbette mesele sadece öğretmen ya da öğrenci değil. Müfredatlar, değerlendirme sistemleri, hatta eğitimdeki "başarı" tanımı bile bu yeni dönemde yeniden düşünülmeli. Kant'ın "ahlaki yasa" kavramı ve Weber'in "rasyonelleşme" eleştirisi, bize sadece teknolojiye sahip olmanın değil, onu hangi değerlerle kullandığımızın da önemli olduğunu hatırlatıyor.

Sonuç olarak, YZ'nin eğitimde yaratacağı gelecek ne ütopya ne de distopya olacak. Bu, bizim nasıl bir yol izleyeceğimize bağlı. Eğitimde fırsat eşitliği, kültürel duyarlılık ve etik ilkeler göz önünde bulundurulmadığı sürece, en gelişmiş sistemler bile derinleşen eşitsizlikleri büyütebilir. Ancak insanı merkeze alan, öğretmeni dışlamayan, teknolojiyi amaç değil araç olarak gören bir yaklaşım inşa edilirse, bu dönüşüm yeni bir başlangıca da kapı aralayabilir.

İlgilenen okuyucular, makalenin tamamına aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilir.

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/4503554