Ýçinden çýktýðý yumurtanýn kabuðunu beðenmeyen aydýnlarýn ülkesi burasý. Aþaðýlýk kompleksinden mi kaynaklanýyor, baþka þeylerden mi bilmiyorum. Bizim atalarýmýz þöyle vahþi insanlardý, böyle kan dökücüydüler vs. diye bir tarih anlatýyorlar.
“Yahu yapmayýn, her milletin tarihinde hata da vardýr, sevap da. Böyle tarih anlatýsý mý olur” diye itiraz ettiðinizde baþka bir yanlýþý ileri sürüyorlar bahane olarak. “Ýyi ama” diyorlar, “bazýlarý da Osmanlý tarihini yere göðe sýðdýrmýyor, onlar da objektif deðil.”
Birileri Osmanlý tarihini “evliya menkýbesi” gibi anlatýyor diye sizin de bunu dengelemek için atalarýnýzý haksýz yere yerin dibine sokmanýz gerekmiyor herhalde.
Eskiden daha çok Kemalistlerin Türk tarihine yaklaþýmýnda vardý bu. Osmanlý yüzyýllarýný tarihimizden silmeye yeltenen bir yaklaþým. Siyasi anlamý da vardý Kemalistlerin yaptýklarýnýn: yeni nesillere Cumhuriyetin faziletini hissettirmek için önceki tarihimizin alabildiðine yerin dibine batýrýlmasý gerektiðini düþünüyorlardý.
Bugün liberal-sol kesimin Kemalizm’in bayraðýný daha da yükseklere çýkarmasýnýn da siyasi sebepleri var. Mesela görünen sebeplerden biri mevcut iktidarý Osmanlý üzerinden vurma gayreti. Tayyip Erdoðan’a kýzgýnlýðýnýzý Kanuni veya Yavuz Selim üzerinden çýkarmaya kalkýþmak. Yalnýz burada bir tuhaflýk göze çarpýyor: Tayyip Erdoðan’la Osmanlýyý özdeþleþtirmek iktidar partisinin istemeyeceði, rahatsýzlýk duyacaðý bir þey olamaz ki! AK Parti bu sol liberal arkadaþlara para verse bunu yaptýramazdý.
Þaka bir tarafa, bizim bir kesim aydýnlarýmýzýn kendi tarihlerine bakýþlarýnda yabancý kültürlere karþý hissedilen aþaðýlýk kompleksinden kaynaklanan bir arýza var: Geçenlerde Baþbakan Erdoðan’ýn bir konuþmasýnda aktardýðý anekdot üzerine baþlatýlan tartýþmaya bakýn. Bizanslýlarýn, Ýstanbul’un Türklerce fethini “Bu þehirde kardinal külahý görmektense Türk sarýðý görmeyi tercih ederiz” sözleriyle karþýlamýþ olmalarý niye kabul edilemez olsun? Liberal sol aydýnlarýmýzýn bu tutumu Bizanslýlara yakýþtýramamasý neden?
Hâlbuki “olur mu caným hiç öyle þey” diye akýl yürüterek deðil, tarih kaynaklarýna bakarak bunun gerçeklik boyutunun olup olmadýðý anlaþýlabilir.
Elbette “fetih demek iþgal demektir; hiç insan kendi ülkesinin iþgal edilmesini arzu eder mi” diye düþünürseniz tarih kaynaklarýnda gördükleriniz de size tuhaf görünebilir. Öyleyse Osmanlý fetihlerinin bildiðimiz iþgalden ne farký var, onu anlamak lazým.
Büyük Ýskender’den Cengiz’e, Timur’a tarih boyunca çok geniþ topraklarý istila ederek gerçekleþen büyük askeri zaferler var. Ama gittiðiniz yerde beþ yüz sene kalabilmek askeri imkânlarla saðlanabilecek bir þey deðil. Oradaki insanlarý memnun edecek yeni bir düzen götürmüþseniz o düzenin kalýcýlýðý nispetinde mevcudiyetiniz kalýcý olabilir.
Hiç deðilse Akdeniz coðrafyasýnýn bilinen tarihinde bir Roma düzeninin yayýlmasý öyledir, bir de Ýslam fütuhatý. Osmanlý ise Ýslam fütuhatýnýn son örneði...
Tarihi ille de tersinden okuyacaðým diye bir inat içinde deðilseniz bunlarý görmek zor deðil. Bu arada iðneyi kendimize çuvaldýzý baþkasýna batýralým: Askeri gücümüzün zayýfladýðý dönemlerde geçmiþteki “sivil” baþarýlarý da “askeri zafer” diye, cengâverlik ve kahramanlýk eseri diye tescil ettirme ihtiyacý duyanlarýn da payý var Osmanlý tarih yazýmýndaki çarpýklýkta.
Okulda okuduðunuz tarih derslerini hatýrlayýn. Osmanlý diye sadece askeri ve siyasi tarih öðretiyoruz çocuklarýmýza, ekonomik ve sosyal tarihi umursamýyoruz nedense. Oysa geçmiþleriyle övünmelerini istiyorsak askeri baþarýlar kadar atalarýmýzýn medeniyet alanýndaki baþarýlarýný anlatmak gerekmez mi yeni nesillere?
Bu yapýlmayýnca Osmanlý fetihlerini salt askeri iþgal olarak görüp kendi aklýnca eleþtirmeye kalkýþanlar çýkýyor ortaya. Oysa Osmanlý fütuhatýnýn ekonomik ve toplumsal boyutlara sahip çok yönlü bir süreç olduðunu görebilmek için ciddi ve tarafsýz tarih kaynaklarýna bakmanýz yeterli.
Hemen korkmayýn: Aþýkpaþazade tarihini, Behçet üt Tevarih’i falan öneremiyorum size.
Köprülü’yü, Ýnalcýk’ý da okumazsýnýz; ne de olsa adamlar Türk. O zaman Hammer’i, Iorga’yý, Wittek’i okuyun, hatta geleneksel Türk tarihyazýmýna itiraz eden revizyonist Osmanlý tarihçilerini, Lindner’i, Ýmber’i≠’ falan okuyun. Yeter ki okuyun.
Osmanlý fütuhatýnýn askeri güce dayansa da esas olarak kýlýç zoruyla olmadýðýný, fethedilen þehirlerin çoðunun savaþmadan kapýlarýný Osmanlýlara açtýðýný görürsünüz. Bunda bir gariplik yok, çünkü izah edilebilir gerekçeleri var: Doðu Roma sisteminin belirli bir dönemden itibaren giderek çürümesi ve merkezi yönetimin zayýflamasý sonucunda derebeylerinin elinde zulüm, sömürü ve adaletsizlikten bunalan halk yeni bir toplumsal düzen ve daha adil bir ekonomik model getiren Osmanlý sistemini benimsemeye hazýrdý. Osmanlý’ya direnen ve savaþan kesim imtiyazlarýný kaybetmek istemeyen feodal yöneticiler ve ruhban sýnýfýydý.
Ýstanbul’un fethinde de ayný tabloyu görüyoruz. Bir ilave ile: Bizans’ýn din adamý sýnýfý imparatorun çözüm formülünü kabul edilemez buluyordu. Ýmparatorun çözüm formülü batý dünyasýnýn desteðini almak için “Katolik inancýný benimseme” þartýna evet demekti. Baþka çaresi olmayan Ýmparator “kiliselerin birleþtirilmesi” sürecini baþlatmýþ, hatta Ayasofya’da Katolik usulünde ayinler yapýlmaya baþlanmýþtý.
Oysa 4. Haçlý seferi sýrasýnda Ýstanbul’u istila edip burada her türlü kötülüðü yapan Latinlerin hatýrasý hala zihinlerdeydi. Diðer tarafta ise Osmanlýlarca fethedilen þehirlerde inançlarýný serbestçe yerine getirmekle kalmayan, toplumsal hayatýn her alanýnda özgür býrakýlan ve en önemlisi buralarda ortaya çýkan ekonomik geliþmeden de pay alabilen Hýristiyan tebaanýn durumu vardý. Bu yüzden Bizans toplumunun bir kesiminin, böyle bir durumda Grandük Notaras’a atfedilen “Bu þehirde kardinal külahý görmektense Türk sarýðý görmeyi tercih ederim” sözünde ifadesini bulan anlayýþ içinde olmasý þaþýlacak bir durum deðil.