Türkiye çok derin bir siyasi krizin içinde. Çok daha kötü dönemler yaþadýk kuþkusuz. Ama devletin farklý organlarý arasýnda bu denli keskin bir savaþa ilk kez þahit oluyoruz.
Gerilimin odaðýnda, kadim meselemiz olan “yargý” var. Gerçek bir demokraside (hatta herhangi bir adil rejimde) hem “baðýmsýz” hem de “tarafsýz” olmasý gereken bir kurum bu. Oysa bizde tarafsýzlýðýna hiç bir zaman inanýlmadýðý için baðýmsýzlýðý da sürekli çatýþma konusu.
Þu ara iki ayrý muhafazakâr cenah arasýndaki politik mücadele üzerinden yaþýyoruz bu sorunu. Oysa, aslýnda, yargýnýn vehametinden ülkedeki her büyük siyasi cenah sorumlu.
Ýlk günahý iþleyenler, Kemalistler. Türkiye’de bir Tek Parti diktasý kurarken yargýyý “baðýmsýz ve tarafsýz” kýlmadýlar. Aksine, “devrimin bekçisi” yaptýlar. O devrimi korumak adýna nice suçsuz insan idam edildi ya da hapse atýldý.
Neyse ki, en az 80 yýl hüküm süren bu “devrimci yargý”, son 10 yýlda geriledi, zayýfladý, hatta çöktü.
Peki ama yerine ne geldi?
Açýkçasý, tarafsýz deðil, “karþý devrimci” bir yargý ortaya çýktý bu sefer. Politik bir hedef (“vesayetten kurtulma” hedefi), siyaset alanýný aþýp yargýnýn da misyonu haline geldi.
Geçmiþin hatalarý
Vesayetten kurtulmayý haklý olarak savunanlarýn çoðu, buradaki problemi görmedi, gördüyse de fazla sorun etmedi.
Star yazarlarýndan sevgili Halime Kökçe, geçen haftaki yazýsýnda erdemli bir öz eleþtiride bulunmuþ bu konuda. 2008-2011 arasýndaki ruh halini þöyle anlatmýþ:
“Koskoca vesayet düzeni deðiþiyordu, devlet içindeki çeteler deþifre oluyordu, hükümeti devirmek için yürütülen seminerler faþ oluyordu...
[‘Hukuk bir gün herkese lazým’ mýzýklanmasýna] kulak verecek halimiz yoktu!
Maalesef böyle bir ruh hali vardý; Türkiye Cumhuriyeti ilk kez askeri vesayetle yüzleþirken kurunun yanýnda yaþlarýn da yanýyor olabileceði ihtimali pek akla gelmedi.”
Evet, bu hatalar yapýldý ve vahim maðduriyetler yaþandý. Temel sorun, “politik aciliyet duygusu”nun hukukun evrensel ilkelerinin önüne geçmiþ olmasýydý. “Olaðanüstü þartlarýmýz”, olaðan hukuku gölgelemiþti.
Mutabakat yolu
Gelelim bugüne...
Tartýþýlan mesele, yargýnýn yine tarafsýz olmadýðý, aksine hükümete karþý politik bir kampanya yürüttüðü.
Yargýda hakikaten böyle bir “subjektif motivasyon” olduðuna inanmak için de iyi sebepler var. (Bunu “dýþ mihraklar”dan ziyade iç dinamiklere, mesela Sayýn Baþbakan’ýn da Dolmabahçe toplantýsýnda altýný çizdiði “dershane” gerilimine baðlamak ise bana daha ikna edici geliyor.)
Peki ama bu problem karþýsýnda ne yapýlmalý?
Yine “politik aciliyet duygusu” ile mi hareket edilmeli? Yine “olaðanüstü þartlarýmýz” adýna olaðanüstü tebdirler mi alýnmalý?
Geçmiþte yapýlan hata tekrarlanmýþ olmaz mý o zaman?
Benim deðiþmeyen tavsiyem, sakin ve serinkanlý davranmak ve hukukun evrensel ilkelerinden asla sapmamaktýr.
Yargýnýn “taraflý” olmasý, elbette kabul edilemez. Bu, hem hukuku, hem demokrasiyi, hem de toplumsal barýþý tahrip eder. (Yargýyý ele geçirdiðine inanýlanlarý da yýpratýr.)
Fakat çözüm, yargý baðýmsýzlýðýný ortadan kaldýrmak, savcýlarý ve hakimleri yürütmenin emrine koþmak deðildir. Demokrasinin D’si kalmaz o zaman.
Doðru çözüm, milli bir mutabakat ile, tarafsýz ve baðýmsýz bir yargýyý yeni baþtan kurmanýn formülünü üretmektir.
Ýktidar, tüm muhalefet partileriyle, ilgili kurum ve kuruluþlarla iþbirliði yaparak, anayasal ve yasal boyutlarýyla yeni bir model geliþtirmelidir.
Kurtuluþumuz, ne cemaatin, ne iktidarýn, ne de Kemalistlerin kalesi olmayacak, bunlara yakýn mensuplar barýndýrsa da “adalet”ten baþka bir misyon tanýmayacak bir yargýdýr.