Yaşam tarzı müdafaasında geldiğimiz nokta

Eski Türkiye’yi hatırlatan bir haber; “Halk otobüsünde şortlu bir kadına tekmeli saldırı.” Saldırganın açıklamasına göre kadının kıyafetini beğenmemiş. Son derece rahatsız edici ve kabul edilemez bir durum. “Tekme atarken bir de tekbir getirseymiş tam olacakmış” dedirten bir manzara var ortada. Bir kısım matbuatın meseleye yaklaşımındaki dil bu noktada.

Hadisenin kampanyası gecikmedi bu arada. Sosyal medya canavarları konuya el attı, #ŞortunuGiyDışarıÇık hashtag’ı açıldı ve bu vesileyle dindarlara bir yığın hakaret edildi.

Yazılı ve görsel basında ise akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayan, adli sicili de bozuk bir adamın saldırısı üzerinden mesaj verme çabası ağır bastı.

Neyse ki adam yeniden tutuklandı ve işlediği suç “İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kısıtlanması” olarak tespit edildi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız Fatma Betül Sayan’ın da hızlı ve yerinde müdahalesiyle olayın çarpıtılmasının önü alındı.

Saldırıya uğrayan Ayşegül Hanım bu vesileyle sembol bir isme dönüştürüldü. Benzeri durumların yaşanmaması, olması halinde ise “Katalog suç değil” deyip cezasız bırakılmaması için yeni yasal düzenleme yapılacak. Bu da iyi bir gelişme.  

***

Anlayacağınız olayı epey ciddiye aldık. “Ramazan’da oruç tutmayanlara dayak” şeklindeki katalog haberlere alışık bir camia için söz konusu olaya medyanın abanma şekli huylandırıcı olsa da ortada açık bir saldırı ve mağdur bir kadın var. Bu ve benzeri olaylarda uğranılan fiziksel zararın telafisi kadar özgürlükleri kısıtlayıcı bir atmosferin oluşmaması önemli. “Kişinin özgürlüğüne sınırlama” şeklindeki mütalaa bu sebeple yerinde oldu.

Ancak insanın aklına başörtülü kadınların örtülerinden sürüklenerek kapı dışarı edildiği günlerde atılan manşetler geliyor.

O dönem, başörtülü kadınları şeytanlaştıran manşetler atanlar şimdi köşelerinde “Yeni ikna odaları halk otobüsleri mi?” yazıları yazıp görevlerini devam ediyorlar. Ama şu son örnek, devletin tepesindeki zihniyet değişimini göstermesi bakımından çok önemli.

Bugün bir bakan bir kadının giyim hürriyetine yönelik saldırı söz konusu olduğunda hemen tepki veriyor. Mağduru arıyor, davaya müdahil olduklarını söylüyor, manen ve hukuken destek açıklaması yapıyor.

28 Şubat ve takip eden yıllarda başörtüsü yüzünden mağdur edilen kızlarımızı arayan bir bakan oldu mu?

Başını örterek dini yaşam tarzını tercih eden kadınların, eğitim ve çalışma hakları ellerinden alınırken dönemin apoletli medyası bu kadınların haklarını müdafaa eden haberler yaptı mı?

Arayıp destek olmak şöyle dursun, dönemin Cumhurbaşkanı başı örtülü okumak isteyenler için “Arabistan’a gitsinler” dedi. Başörtülü vekil Başbakan tarafından Meclis’ten “haddi bildirilerek” atıldı.

***

Bugün söz konusu saldırının “özgürlükleri sınırlama ikliminin oluşması” ihtimaline karşı önlem almaktan söz ediyoruz.

Üstelik Türkiye, dindarlıkla seküler yaşam biçiminin aynı ailede birlikte sürülebildiği bir manzara arz ederken.

Şort giydiği için saldırıya uğradığı iddia edilen kadının annesi tıpkı benim annem gibi başı örtülü bir kadınken.

Temel haklarımız yanında yaşam tarzı farklılıklarımızın da güvence altında olduğu bir Türkiye’de yaşıyoruz.

Yaşam tarzımızı beğendiremediğimiz için Arabistan’a, İran’a gönderildiğimiz, Meclis’ten kovulduğumuz, okullara alınmadığımız, sadece kamuda değil özel sektörde de çalıştırılmadığımız günlerden şort giyme hakkı için seferber olduğumuz günlere geldik.

Dün başörtüsüne tahammül edemeyenler bugün şortlu kadın üzerinden başka hinlik peşinde. Dün başörtülü olduğu için ikinci sınıf muamelesi görenler ise bugün Türkiye’deki farklılıkların teminatı.