Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’na kontrolsüz sürüklenişi sırasında bile gidişatı değiştirecek yol ayrımları vardı. O yollara girilebilse, tarih değişirdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun sonu, kolayca kabullenilir ve anlaşılır bir tarihi gereklilik sonucu gelmemiştir. İmparatorluğun Birinci Dünya Savaşı’na sürüklenişi, bir oldu-bittidir. Bab-ı Ali’nin iç zaafları dışında, birlik ve beraberliğin olmaması, devletin dış gelişmelere karşı hazırlıksız kalması, dışarıda olanı biteni iyi izlememesi ve sürecin kontrolünü kaybetmesi, savaşa sürükleniş hikayesinin özetidir. Geri dönüp bakınca, bu kontrolsüz sürüklenişte bile gidişatı değiştirecek birkaç yol ayrımı vardı. O yollara girilebilse, tarih değişirdi.
Osmanlı’nın savaşa sürüklenişi birkaç gün içinde Almanya’nın tercihiyle belirlendi. Almanya savaşa 1 Ağustos 1914’te girdi. 2 Ağustos’ta Osmanlı ile gizli ittifak anlaşması imzalandı. 10 Ağustos’ta Alman gemileri Goeben ve Breslau İstanbul’a geldiler. Ondan sonrası, Almanya’nın Osmanlı’yı savaşa sokmak için ne yapacağına ve tercihine kalmıştı. 28 Ekim’de tercihi kullandılar ve Osmanlı bayraklı Alman gemileri Rusya’nın Karadeniz limanlarını bombaladı. Bütün bu sürecin temelinde, Alman general Liman von Sanders’in 1913 sonunda Osmanlı ordusunu teslim alması vardı. Balkan Savaşı’yla dağılmış ordu, o zamandan Almanya kontrolüne geçmişti.
Almanya’nın bütün kapıları tutmuş olmasına rağmen, Bab-ı Ali, yine de alternatif aramaktan kaçınmamıştır. Önceki haftalarda anlattığımız gibi, Enver Paşa, yukarıdaki sıkışık takvimin içinde 5 Ağustos’ta Rusya’ya ve dolayısıyla ortakları İngiltere ve Fransa’ya ittifak önerebilmiştir. Temel isteği, Osmanlı’nın Ağustos 1914 sınırları içinde toprak bütünlüğünün tanınmasıydı. Ağustos 1914’te Osmanlı toprakları Basra’dan Sina’ya uzanıyordu. Rusya’nın İstanbul’daki sefiri Giers, bu ittifakın gerçekleşmesi için hayli uğraşmıştır. Ancak bu çabayı, Fransa ve İngiltere engellemiştir.
Goeben ve Breslau’nun Karadeniz’i bombaladığı haberi 29 Ekim’de İstanbul’a ulaştı. Rus Sefiri Giers, o anda bile Petrograd’a (St Petersburg) ara çözüm önerdi: Bab-ı Ali’ye bir şans daha verelim. Almanlar İstanbul’dan çıkartılırsa, durum kontrol altına alınır ve Rusya ve müttefikleri ile ilişkiler sürer. Almanlar kalırsa Osmanlı, Rusya-Fransa-İngiltere üçlüsünü karşısına alır...
Karadeniz’deki limanlar bombalandıktan sonra bile, Rusya’nın İstanbul sefiri, Osmanlı’ya açık kapı tutulmasını merkeze öneriyordu. Hayli ilginç bir durum... Hatta Alman general Liman von Sanders de anılarında bu konuya değinir ve Karadeniz bombardımanından sonra bile Almanların kovulması kaydıyla Rusya’nın Osmanlı tarafsızlığını tanıyacağı bilgisinin İstanbul’da dolaştığını, ancak Bab-ı Ali’nin öneriyi reddettiğini yazar. General von Sanders, bu bilgiyi doğrulamamakta, söylenti olarak aktarmaktadır. Ancak Rus dışişleri yazışmalarında ve sefir Giers’in telgraflarında Karadeniz bombardımanından sonra bile Rusya’nın Osmanlı’nın savaşa girmemesi ve tarafsız kalması için uğraştığı görülüyor.
Güç dengesi açısından, Rusya’nın Osmanlı’yı tek başına bırakıp, kendince uygun zamanda saldırma ihtimali elbette vardı. Ancak varılan noktaya bakıldığında en kötü ihtimale zaten gelinmişti. Korkunun ecele faydasının olmadığını Bab-ı Ali bilmiyor muydu?
Karadeniz’deki Rus limanları Osmanlı bayraklı, Alman komuta ve mürettebatlı gemilerle vurulduktan sonra bile İstanbul’daki Rus sefiri neden Osmanlı’ya karşı tavır alınmamasını istiyordu? Çarlık ve Petrograd, elbette bu düşüncede değildi. Merkez, Osmanlı ve Almanya’nın savaş hedefi olmasından yanaydı. Ancak sefir Giers, başka yollar öneriyordu.
İstanbul’daki Rus Sefiri Giers, Karadeniz bombardımanına rağmen Rusya’nın Osmanlı ile savaşmamasını istiyordu. Sefirin bu tavrını, görev yerini çok iyi bilmesiyle ve genel diplomatik kültürüyle açıklamak mümkün olabilir. Von Giers, kendisinden daha ünlü bir diplomat babanın oğluydu. Başından beri, babasından diplomasi sanatı üzerine önemli şeyler öğrendiği düşünülebilir. Diplomasi, en çıkmazda olan konularda bile bir ara çözüm bulup, herkesi memnun edecek formüller, gerekçeler, hatta bahaneler getirme sanatıdır. Hele silah ateşlendikten sonra, bu silaha rağmen diplomasi sanatını devreye sokabilmek, gerçek bir hünerdir. Karadeniz’de silah ateşlenmişti... Giers, muhtemelen Bab-ı Ali’nin çaresizliğini ve Almanya’nın uzun dönem kumpasını görerek, Rusya’nın tercihlerini artırmaya çalışıyordu.
Kağıt üzerinde, Osmanlı bayraklı savaş gemilerinin durup dururken Rusya’nın limanlarını bombalaması, Rusya’nın Osmanlı’ya aynı şekilde karşılık vermesini gerektirirdi. Ancak Rus sefiri, gemilerin Alman komutasında olduğunu ve Osmanlının kumpasa getirildiğini görecek kadar feraset sahibiydi.
Diplomasi, siyasi çıkarların diğer ülkelere karşı yükseltilmesidir. Rusya için Karadeniz bombardımana tepki gösterip Osmanlı’ya savaş açmak, misilleme yapmak, haklı görünse bile, Rus Sefiri, Osmanlı’yı Almanya’nın kucağına atmakta Rus çıkarı olmadığını görmüştü. Giers Osmanlı’yı değil, ülkesinin çıkarını koruyordu. Ancak bu yola girilse, Almanya etkisinden çıkacak bir Osmanlı ile tarih yine değişirdi. O zaman yine Rusya Osmanlı’ya saldırmaz mıydı? Saldıran kim olursa olsun, cevabını alacaktı. ‘Rus korkusu’ Bab-ı Ali’nin bütün davranışlarını açıklamaya yetmemektedir. Savaşa girmeye bu kadar istekli kadroların Rusya’dan korku duyması, tutarlı değildir.
Her ihtimalde şunu öngörebiliriz: Almanya Ekim 1914’te Bab-ı Ali istese bile, İstanbul’dan gönüllü olarak çıkmazdı. Ancak Almanya ülkeden çıkartılabilseydi, Birinci Dünya Savaşı’nın yönü değişirdi... İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı’yı parçalama planları değişmezdi. Rus-Osmanlı ittifakına İngiltere ve Fransa engel olurdu. Ancak hep hatırlatmak gerekiyor: Çanakkale Boğazı Türk süngüsüyle kapanmasaydı, Çarlık 1917 ihtilaliyle çökmezdi. Rusya ayakta kalsaydı, İngiliz-Fransız oyunlarına karşı bir alternatif güç dengesi kurulabilirdi.
Tarihte, yaşanmamış ihtimallerin sayısız seçenekleri vardır.
Almanya Ekim 1914’te Bab-ı Ali istese bile, İstanbul’dan gönüllü olarak çıkmazdı. Ancak Almanya ülkeden çıkartılabilseydi, Birinci Dünya Savaşı’nın yönü değişirdi...
Rus sefiri Giers, Petrograd’ın emriyle 31 Ekim’de İstanbul’dan ayrıldı. İngiliz ve Fransız sefirleri de aynı şekilde kenti terk ettiler. Artık savaş durumuna geçilmişti.
1 Kasım’da Rusya’daki Osmanlı maslahatguzarı Fahreddin Bey, Petrograd’da Dışişleri Bakanı Sazanov’u gördü ve Karadeniz bombardımanından üzüntü beyan ettikten sonra soruşturma yapılmasını önerdi. Sazanov ise soruşturma ile zaman yitirmek istemiyordu, “Bab-ı Ali bütün Alman personelin ülkeden çıkartılmasına karar verirse ve Karadeniz bombardımanının zararı karşılanırsa, bir çözüm imkansız değil” dedi.
İstanbul’da da benzer bir hava vardı. Meclisi Mebusan Reisi Halil Bey’in evindeki toplantıya katılan nazırların çoğunun, Rusya ile uzlaşma ve savaştan uzak kalma taraftarı oldukları bildirilir. Ancak o toplantıda Talat Bey’in, İstanbul ve saltanatın Alman namlularının ucunda olduğunu hatırlatarak, bu çarenin imkansızlığını hatırlattığı yazılır.
Bab-ı Ali yine bir yol ayrımına gelmişti. İstanbul’da her türlü avantaja sahip Almanlarla çatışmak mı? Yoksa savaşa girip Rusya ve müttefikleriyle çatışmak mı? Bir devletin bütün görünür seçeneklerinin çatışma üzerine kurulması, arzulanan bir durum değildir. Ancak tarihi değiştirecek bir soru ile daha karşı karşıyayız: Almanlara ‘çıkın gidin, sizin yüzünüzden başımız derde giriyor’ dense ne olurdu?
Goeben ve Breslau’nun Alman komutasında ve Alman mürettebatla Karadeniz’e çıkışı bir oldu-bittidir... Karadeniz’e ‘Yavuz ve Midilli’ çıkmamıştır. Goeben ve Breslau çıkmıştır... ‘Yavuz ve Midilli’, bir göz boyamadır... Başkasının yarattığı oldu-bitti’lerle bir imparatorluğun, hem de hiç hazır olmadığı ve hedefini belirlemediği savaşa girmesi, kabul edilir bir durum değildir. Goeben ve Breslau’nun Karadeniz’e çıkması konusunda Almanya’nın yaptığı baskıyı bazı Osmanlı idarecilerin fark ettiği ve durumu önlemeye çalıştıkları da bilinir. Alman gemileri Karadeniz’e gezintiye çıkmayacaktı.
Türk kayıtlarına göre hareketlenen gemilerin 20 Ekim’de Karadeniz’e çıkması, engellendi. Almanlar 23 Ekim’de de Karadeniz için hamle yapar ve başarısız kalır. Sonunda 27 Ekim’de Boğaz Komutan Yardımcısının onayıyla Karadeniz’e çıkarlar. Bu komutana da bir yerden emir geldiği düşünülür. Ancak emrin kimden geldiği tartışmalıdır.
Karadeniz’e çıkmaları halinde Osmanlı için oldu-bitti yaratacakları ve Rusya’yı kışkırtacakları aşikar olan, Kıyı bombardımanıyla Rusya’yı yok edemeyecekleri belli olan bu gemiler neden durdurulmadı? Durdurulsa ne olurdu?