Yaşasın piyasa ve eşitsizlik!

En son yazımda, dershane ve sınav sistemleri ekseninde Türkiye ile diğer ülkeleri kıyaslamaya başlamıştım. Kıyaslama kolay değil. Parametreler çok fazla.

Ancak doğru bir şekilde yapılabilirse, kıyaslamalar oldukça öğretici olabilir. Çünkü dershanelerin varlığı, bütün dünyada tartışılıyor. İşin ilginç tarafı, dershanelere yönelik eleştiriler ve savunular da ülkeler arasında benzeşiyor.

Dünyada dershaneler

Dünyada dershanelere yönelik temel eleştiri, daha zengin ailelerin çocukları için daha çok para harcayabilmesi ve böylece çocuklarını daha iyi dershanelere gönderebilmesi.

ABD’den Vietnam ve Güney Kore’ye kadar dünyanın çok çeşitli yerlerinde yapılan araştırmalar, ailelerin gelir düzeyi arttıkça, özel ders aldırma ve dershane gibi kurumlara devam düzeyinin de arttığını gösteriyor. Daha fakir ailelerden gelen çocuklar, hemen her yerde daha az fırsata sahipler.

Hakkını verelim. Varlıklı ailelere hizmet etme yönündeki eleştiri, dershanelerle sınırlı değil. Eğitim sistemlerinin kendisi zaten birçok ülkede ciddi anlamda eşitsiz bir yapıya sahip. Ayrıca, dershanelere ilişkin literatürde geçen “coaching” terimi, sadece dershaneleri değil, aynı zamanda özel dersleri de kapsayan bir anlama sahip.

Özetle, dershanelerin eşitsizlikleri derinleştirip derinleştirmediği bütün dünyada tartışılıyor. Örneğin, Dünya Bankası, 2013’ün Eylül ayında Vietnam’daki dershaneler üzerine kapsamlı bir araştırma yayınladı. Söz konusu yayında da bu tartışmalar var.

Her ne kadar bütün dünyada dershaneler, bu kurumlardan faydalanan kişilerin sosyoekonomik düzeyiyle ilişkili bir şekilde tartışılsa da, dershaneler, bizde olduğu gibi, diğer ülkelerde de kendilerini serbest piyasada faaliyet gösteren kurumlar olarak savunmakta. Yani dershaneler genellikle, eğitimsel faydaları ve toplumsal eşitliğe katkıları temelinde savunulmuyor.

Nesnellik vs. adillik

Ancak sınavlara hazırlık kurumlarını eğitimsel olarak toplum gözünde meşru kılan en önemli husus, merkezi test ya da sınavların nesnel bir şekilde değerlendirme yapması.

Çin, Rusya, Çin, Japonya ve Vietnam gibi ülkelerin ortak özelliği, test dışındaki değerlendirmelerin öznel bulunması ve bu değerlendirmelere olan güvensizlik.

Türkiye’de de merkezi sınavların çok güçlü bir toplumsal meşruiyeti var. Bu, son derece anlaşılabilir bir şey. Çünkü merkezi sınav dışındaki değerlendirme araçlarıyla ilgili olumsuz tecrübeler söz konusu. Kayırmacılık ve torpil kaygısının haklı nedenleri var.

Ancak bununla birlikte, bir sınavın nesnel olması, sınav sisteminin adil olduğu anlamına da gelmiyor.

Üç öğrenciyi kapsayan şöyle bir örnekle ifade edelim.

Varlıklı bir aileden gelen bir öğrenci iyi bir semtte oturduğu için iyi bir okula gidiyor; ailesi, ona özel ders aldırıyor ve ayrıca dershaneye yolluyor. Öteki bir öğrenci ise, fakir bir aileden geliyor ve boş geçen derslerin olduğu kötü bir okula gidiyor; ailesi, onun eğitimine ekstradan para harcayamıyor. Bir diğer fakir öğrenci ise, iyi bir okula gitmiyor ama cüzi bir ücretle ya da ücretsiz olarak gittiği dershaneden faydalanıyor. Süreç sonunda bu üç öğrenci aynı sınava giriyor.

Bu örnekteki üç öğrenciye aynı sınavın yapılması, nesneldir. Ancak bu, sistemin adil olduğu anlamına gelmez.Çünkü öğrencilerin bireysel gayret ve çabalarının dışındaki faktörler de başarılarını etkiler.

Örneğin, fen lisesine giren çocukların üçte ikisinin, en zengin beşte birlik ailelerden gelmesi, eğitim sisteminin nesnel sınavlar yoluyla gizli bir seçkincilik ürettiğini göstermektedir. Ancak bu liselerde az da olsa alt gelir grubundan da çocukların olması, aynı zamanda merkezi sistemin yararlarını gösteriyor. Bütün bu veriler, konunun oldukça karmaşık olduğunu göstermektedir.

Bütün bunlar, nesnel sınavların kötü olduğu ya da yapılmaması gerektiği anlamına gelmez. Sadece nesnellik ile adilliğin aynı şey olmadığı anlamına gelir. Bu iki kavramı karıştırmayalım. Bu ayrım, çözüm arayışlarında işimize yarayacak.