'Yeise gerek yok devinim içindeyiz'

Subaşı: Ne paniğe ne yeise gerek var. Aksine tüm bu devinimler güçlü bir enerjiyle içiçe olunduğunun ispatı. Mesele yeni zamanların ürettiği sorularla kendimizi rehavete kaptırmadan karşılaşmayı göze almak. Bunun iktidarla, siyasetle alakası yok. 

 

KÜLTÜREL İKTİDAR; YAPILANMA, ÜRETİM VE ÖZGÜNLÜK İSTER

Tüm zamanların değişmeyen gündem maddesi nedir diye sorulsa, “kültürel iktidar tartışması” diyebiliriz. Siyasi iktidarın el değiştirdiği ve 16 yıldır sürdüğü AK Parti döneminde tartışmalar azalmadı, gerilim arttı. Kültürel elitistlerin siyasi iktidara ve sosyolojisine üstenci bakışı ise hiç değişmedi. Yaşanan nedir? Sıkıntılı zıtlıklar nasıl aşılır? Daha önce Alevi Açılımının koordinatörlüğünü yürüten, sosyolog Dr. Necdet Subaşı ile konuştuk. Subaşı iktidar-tahakküm hattını şöyle ayırıyor: “Kültürel iktidarda bir yapılanma, devamlılık, üretim ve özgünlük söz konusu. Bu niteliklerle donanmış yapının arz-ı endamına gerek yok. Varlığı iktidar. Tartıştığımız ise yönelimlerimizi, duygu dünyamızı zapt ü rapt altına alma çabası”.

AK Parti 16 yıldır iktidarda ve artık hâkim parti konumunda. Ama siyasi alandaki istikrarına, sistemi değiştirme gücüne rağmen kültürel iktidar konusunda zayıf. Bunu Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan da “siyasi iktidar olduk ama sosyal ve kültürel iktidar olmak konusunda sıkıntılarımız var” diye ifade etmişti 2017 baharında. Neden böyle bir sıkıntı var?

Evet, saygıdeğer Cumhurbaşkanımız bunu birkaç yıl önce samimi bir özeleştiri kabilinden toplum önünde dile getirmişti. Bir kere bu yakınma çok özel ve çok gizli mahfillerde konuşulmuş bir hayıflanma değil. Aksine bütün topluma duyurulması arzu edilen bir söylem. Konunun doğru anlaşılması için, “biz” kavramı başta olmak üzere, “sosyal” ve “siyasal” iktidar” kavramlarını yeni baştan ele almak ve çözümlemek zorundayız. Ben Sayın Cumhurbaşkanımızın bir sınıfa, bir zümreye atfedilen eleştirilerini anlıyorum ve talep ettiği şeyin içinde yabancılaşma ögeleri barındırmayan bir dille ancak kavranabileceğini düşünüyorum. 

 

DİNDAR KESİMDE YAŞANAN DEĞİŞİM 

Dindar kesimin durumu ne halihazırda? 

“Dindar kesim” ifadesiyle sanırım dinî ilgi ve yönelimlerinde fark edilir yoğunluk yaşayan bir kütleyi kastediyorsunuz. Evet, dindarlar üzerine özellikle son 10 yıl içinde birbirini takip eden pek çok perspektiften söz ediliyor. Yozlaşma, yetersizlik, temsil kaybı ve entelektüel donanım yetersizliği gibi pek çok noktada yer yer ezber, yer yer de iktidarı yıpratmaya yönelik tabular yaratılmaya çalışılıyor. Bu hesaplılık bir tarafa dindarlar diye tanımlanan ve hiç de yeknesak olmayan büyük bir gerçeklik evreninde yeni sosyolojilerin ürettiği kargaşanın kendisini aşmasını beklediği bir dinî yorum evrenine ihtiyaç duyulduğu da kesin. 

 

FETÖ MANEVİ ZEMİNİ DE SARSTTI 

Bunu açalım lütfen…

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında pek çok gerekçeyle dinî sahaya ulaşmayı başaran dinî grup ve cemaatlerin kendi aralarında başlattıkları ve çoklukla kenarda durmayı tercih edenleri yoran bir tartışma iklimi bildik asudeliği ve sükûneti önemli ölçüde bozan bir atmosfer üretti. FETÖ tasfiye edilirken toplumda din merkezli sadakat ölçeğini de yerle bir etti. Bunun onarılması için konuya sadece Devletin el atması yetmiyor. Ne var ki sahada görünürlük kazanan dinî yapılar da estetize edilmiş bir dilin sıcaklığını korumakta zorlanmış olmalılar. Dinî duygu ve davranıştan beklenen onun hem bilgi ve düşünce hem de eylem ve pratik bağlamında kendini somutlaştırmaya yönelmesidir. Bugün daha çok bir örgüt bağnazlığı ve cemaat tutarlılığı içinde senkronize edilmeye çalışılan dinî hayat maneviyat dünyasından giderek uzaklaşma eğilimi gösteren tehlikeli bir mecraya çekilme tehdidine maruz bir durumdadır. Bunu fark etmek ve dinin, kendi sınırlarının dışında yer alan bir dünyaya karşı yeniden tahkim edilmesi gerekir. Bu da sanırım ancak ve ancak gündelik hayatın hızına erişebilecek bir bilgiyle ve her durumda yaşamsallığı korunacak güçlü bir maneviyat düzlemiyle sağlanabilir. Dünya bilgisi önemli ve değerli, geçmişin ve geleceğin soruları atlanamaz. Bugün vitrinlere inmiş sözüm ona bir dinsellik ağır ve oturaklı bir maneviyata nefes aldırmıyor. Görsellik büyük bir imtihan.

 

İSTİKAMET BİRAZ MEŞAKKETLİ OLACAK

Dindar kesimde evet bir değişim yaşanıyor. Bazı yönleriyle içerden ya da dışardan eleştiri de alıyor. Burada olanı nasıl okuyorsunuz?

Bana kalırsa çok şey değişiyor. Artık bundan sonrası nimet külfet dengesi dedikleri bir şey. Geçmişte dinselliği mahrumiyetle ilişkilendirmekte zorlanmayan bir gelenek bugün imkânlar dünyasında kendini yeniden konumlandırmak zorunda. Kuşkusuz bu sancı veren bir şey, ama ben sonunun parlak olacağından eminim. İçinden geçtiğimiz süreçlerin talep ettiği bilgi ve birikim, bu süreçlerin ihtiyaç duyduğu din dili ve yine aynı süreçlerin zorladığı problemlerle nasıl yüzleşeceğimiz sorusu bundan sonraki derdimiz olacak. Kargaşa normal, istikamet tutturmak zor, biraz meşakkat olacak gibi. 

 

FARKLILIKLA DENGE NASIL SAĞLANIR?

Bir yandan da ateizmin arttığı, dindarlığın azaldığını bulduğunu iddia eden araştırmalar yayınlanıyor. “Toplumsal kutuplaşma arttı” iddiasını tekrar etmeyeni -sokak ağzıyla söylersek- “resmen dövüyorlar”. Gözleminiz ne?

Bunların çoğu istatistiksel bilgi formunda bize ulaşsa da ben kendi gözlemlerimle durumun din içinde bir arayış, gelenek içinde bir yol bulma çabasından kaynaklandığını düşünüyorum. Kolay değil, bir biz değil, dünya değişiyor. Elimizdeki malzemelerin çoğu ya eskimiş ya da kullanım için gerekli kılavuz haritalarla irtibatımız kesintiye uğramış. Ben bu durumun geçici olduğu kanaatindeyim. Dünyaya sağlam ve tutarlı bir bakış, evreni yeniden okuma ve tarihle gelecek arasında kaybolmamayı önceleyecek bir ilmî derinlik içinden geçtiğimiz süreçlerde bize yol gösterecektir. Siyasal iktidarın tek tek her birimize kazandırdığı özgüven hiçbir şekilde basite alınamaz. Telafi çabası önemli ve değerlidir. Biraz az konuşmakla, camiyi terk etmemekle, rahleyi hep açık tutmakla erişilecek oldukça iyi pek çok çok hedef var. Biraz kendimize bakmak, biraz dinlemeyi öğrenmek, sıklıkla da aklımızı ve kalbimizi devreye sokmak o kaybettiğimiz dengeye bizi ulaştırmakta gecikmeyecektir. 

Nasıl aşacağız biz bu gerilim hattını? 

Böyle işte, millete laf yetiştirmek yerine durumu bihakkın kavrayarak. Biraz hayata yoğunlaşarak, biraz geçmişle barışarak, biraz da bugünün iddialarını ciddiye alarak. Ama sonuçta her şey Allah’tan. Her şeyi ondan bilerek, irademize ipotek koydurmadan. Neden olmasın?

 

YENİ ZAMANLARDA KARAR ANINDAYIZ 

80’ler 90’lar boyu dindar kesimde parlayan kültürel potansiyel akamete mi uğradı?

Bence ne paniğe ne yeise gerek var. Aksine tüm bu devinimler güçlü bir enerjiyle içiçe olunduğunu gösteriyor. Mesele yeni zamanların ürettiği sorularla kendimizi rehavete kaptırmadan karşılaşmayı göze almak. Bunun iktidarla, siyasetle bir alakası yok. Tamam, gündelik hayat, kamusal hayat bir inşadır, amenna, ama din de kendi başına bir hakikattir, hidayet ve rehberlik iddiası taşır. Ben bir kesinti olduğu kanaatinde değilim. Bir bocalama var mı? Evet! Ama kabul etmek gerekir ki bugün tanıdık bildik bir yerde değiliz, yeni sosyolojilerin dayattığı bir haritada her şeyi sil baştan kurgulamak gibi bir dert ve çabaya ortak olup olamayacağımız konusunda esaslı bir karar aşamasındayız.

 

YOLA ÇIKILAN İLK GÜN GİBİ TALEPKAR BiR KİTLE VAR

Yeni bir kültürel talepkarlıktan söz edilebilir mi? 

Hayat tarzında maksimum değişiklikler, yeni fırsat alanlarının oluşturulması, konfor ya da sınıfsal etkileşimler bir yana bence asıl karşılığı aranması gereken şey bütün bu değişim atmosferinin açığa çıkardığı sosyal ve kültürel hareketliliğin nasıl bir vuzuha kavuşturulacağı. 

Hızla değişiyoruz, kültürel iklimler arasındaki geçişler sanıldığın aksine daha da kolaylaştı. Artık hiçbir hava kimseyi çarpmıyor. Eskiler bu değişim fırtınasına uyum sağlamaktan yoruldular, yeniler için bunların hiçbirinin anlamı kalmamış gibi. Bu durum her şeyden önce dinî ve kültürel aidiyet, mensubiyet ve kimlik bilinci konusunda yeni birtakım kaygıları harekete geçiriyor. Hızlı ve dünya şartlarını yakalama azmindeki sosyo-kültürel gelgitler karşısında ayakta kalmak isteyenler için ahlak daha fazla göreli olmaya başladı, felsefe her zaman lüks, entelektüel ilgiler ise kalıcı bir yama olarak sırıtmaya başladı. 

 

DÜNYA HIZLI DÖNÜYOR, KAYGILAR DEĞİŞİYOR

Dine gelince, o da bambaşka bir referans seti olarak yaşama enerjisinden çok haberdar olunması gereken bir bilgi stoku havasında selamlanmaya başladı. Oysa millet bütün bu herc ü mercin akışkan hızını kavramakla birlikte yine de bütün bunlara karşı belli başlı karar vericilerin ellerinde ne gibi öngörüler hazırlıklar var bilmek istiyor. Sonuçları beklemeye takatleri var mıdır, bilmiyorum. Kişisel kanaatim, kültüre ve maneviyata ilişkin bir beklentiler toplamının siyaseti tam da yola çıkıldığı o ilk günkü heyecan içinde kendini var etmeye devam ettiği yönünde.

 

EVRENSEL ÖLÇEKTE ÜRETİM YOK

“Bugün kültürel iktidar diye tanımlanan şeyin ne ölçüde kültür ne ölçüde iktidar olduğu da tartışmaya açık. Kültürellik kapsamında tanımlanmış bir dizi etkinlik alanında kimin hangi ölçüde ne ortaya koyduğu izaha muhtaç. Şahsen bu abartıya itiraz edenlerdenim. Kimsenin ortaya bir şey koyduğu yok. Edebiyatta, sanatta, ya da kültürün belli başlı kategorilerinde ortaya konan üretimlerin evrensel ölçekte oturulup konuşulmasında inat etmek bile bu alanlara yaklaştırılmayanlar için yeni keşifler sağlayabilir.” 

 

TAKDİR EDİLECEK GÜZEL İŞLER DE VAR

“Maalesef kültürün doğası ve işleyişi hakkında çoğu kompleks, özenti ve anlamsız mugalatalardan öteye gitmeyen bir pazarda sergi açma hevesi de bizim kendi kötürümlüğümüz. Oysa bir kategoriye meydan vermeksizin şunu da söylemek gerekir ki hiçbir kalıpla, ideoloji ya da kimlikle doğrudan temas kurulmaksızın oturup soğukkanlı bir şekilde ele alıp takdir edilecek çok güzel şeyler de var. Kavga peşinde olanların patent merakı, marka düşkünlüğü sahici olanın öne çıkmasını kısıtlıyor. Yazık bu verimliliğe…”

 

AMAÇ RÖVANŞ DEĞİL TELAFİ OLMALI

Siyasi iktidar el değiştirdi ama kültürel iktidar aynı kaldı. Lakin hoşnutsuzluklar da son bulmuyor. Yorumunuz ne? 

İnsanların iktidarlardan beklentileri farklı olabiliyor. Bana kalırsa AK Parti’nin uzun erimli siyaset hikâyesinde de güçle birlikte evrilen ve çoğumuza hâlâ bir sürpriz gibi görünen ağır sosyolojik farklılaşmalar var. Siyasal iktidarları ayakta tutan hem farklı talepler hem de bunların gerçekleşme düzeyleri. Siyasetin kendi tabanının beklentileri söz konusu olduğunda bütün bunları karşılama, seçmen kitlesini tatmin etme gibi bir yükümlülüğe sahip olmasında yadırganacak bir şey yok. Ancak AK Parti gibi siyasi tarihimizde benzeri çok az görülebilecek güçlü ve geniş bir iktidar pratiğinin değişen sosyolojilerle birlikte, ilgi ve atakları çeşitlenen bu seçmen tabanının arz ve taleplerini karşılayabilmesi için de hem bu değişimi sakin bir şekilde takip edebilmesi hem de bu değişimin açığa çıkardığı sorunları büyük bir soğukkanlılıkla okuması ve aşması gerekir. Ben kendi payıma hiç de kolay seyretmeyen bu gidişattan, taleplerini dile getirmek için sıraya girenler arasında en çok da kültürel kayıpların cetvelini tutanların daha içli bir bekleyiş içinde olduklarını düşünüyorum. Hayıflanma, serzeniş ve sitem edebiyatıyla gündelikleşen bu örtük dilin altında yeni bir talepkârlık hızla kendini inşa etmektedir. 

 

HUZURSUZLUK BİRLEŞTİRDİ

Gerçekliği var mı peki yaşam tarzı endişelerinin? 

Kendini laik, Kemalist ya da AK Parti’nin tazammum ettiği siyasi dil ve lehçenin bir şekilde dışında görenlerin her fasılda dile getirdikleri korkularının yersizliğine ben de inanıyorum, ancak bizim bu inancımızın mevcut kanaati değiştirecek bir tarafı yok. Siyasette alışılmamışın dışında bir söylemin yepyeni bir üslup içinde iktidar olmasını hazmetmek kolay değil. AK Parti’nin bilerek ve isteyerek yaslandığı dünyanın dinî, siyasi, kültürel ve entelektüel çıktılarını kendi yaşam alanlarının tasfiyesi olarak görmekte ısrarlı pek çok insan var ve bunlar her geçen gün daha bir kendilerini ikna edecek argümanlarla temasa geçerek iktidar karşısındaki huzursuzluklarından yekpare bir cemaat oluşturmaya yöneliyorlar. 

Devletten hiçbir ayırıma mahal vermeksizin tüm toplumun çıkarlarını gözetme ve onları ortaklaşa iyi sayılabilecek bir noktada buluşturması beklenirken siyasetten beklenen de belli başlı aktörlerin kendi programlarının makuliyetine inananların sayısını artırmaları, programları etrafında oluşan muğlaklık ve müphemliği gidermeleri ve etki alanlarını olabildiğince genişletmeleri. Bu da ister istemez sıkça ihmal edildiği düşünülen kültürel bahislerin yeniden ortaya getirilmesini ve üzerinde çalışılmasını zorunlu kılıyor. 

 

HAMLE BEKLENİYOR

Bugün bir bakış açısına göre geciken, bir başka açıdan ise ihmal edildiği düşünülen esas temas noktası kültür olarak açığa çıkıyor. Kültür üzerine güçlü bir hamleye duyulan ihtiyaç fark edilip üzerine heyecanla gidildiğinde belki dindar ve muhafazakâr parti tabanında varolan çekingen sitemler geri çekiliyor, ancak bu sefer de bu akışa oldum olası karşı olanlar nezdinde kendi hayat tarzlarına yönelik müdahalelerin sınır tanımaz bir hızla arttığı yönünde idrak dünyamızı hafife almaktan çekinmeyen karşı bir saldırı edebiyatı ortalığı kaplamakta gecikmiyor. Belki bu gerilim kaçınılmaz bir şey ama yeni bir kutuplaşmaya fırsat vermeden olması gereken laikleri korkutan şeyin dindarları mutlu eden bir şey olmadığının açıkça altının çizilmesi olacak.

 

KÜLTÜREL GERİLİM ODAĞI

Elitistler zaruretten oluşan siyasi muhalif konumlarını üstünlük olarak sunuyor ama AK Parti’ye kadar da aynı yere ram idiler? 

Bu çelişkiler ortada ve anlamak da zor. Burada gözlenen kültürel gerilim ya da bir değiş tokuşa fırsat vermeyen endüstriyel yapılanma. Sanatçılar hakkında bir genelleme yapmak istemem, başta emek olmak üzere ortaya konan ürünlerin bir takdir hakkından daha ötede muaheze edilmemesi gerektiğini düşünenlerdenim. Açıkçası bir kotaya fırsat vermeksizin topluma iyi, doğru ve güzel konusunda sahici örnek modeller sunma gayretinin her türlü takdirin üzerinde olduğu kanaatindeyim. Ancak belirtmek gerekir ki sanat ve edebiyat gibi alanların dilinden siyasal pragmatizme ya da gündelik hazlara veya gelip geçici tutkulara alan açan bir dile tav olmak asla tasvip edilemez. 

 

RÖPORTAJIN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ