Yeni Anayasa ve CHP

Yeni Anayasa karşısında sergilenen tavırlar muhalefetin, dolayısıyla da Türkiye’nin değişim katsayısını doğrudan belirlemektedir. Yeni bir anayasa, özellikle de 1961’den ‘bir tenasühle gelerek’ 1982’de son haline kavuşan cari anayasadan tamamen kurtulma meselesi, Türkiye için oldukça elzem olmakla beraber, CHP için ‘varoluşsal bir sorun’ anlamına geliyor.

Anayasa tartışmaları Türkiye’de demokrasinin derinleşmesi ve normalleşmenin tahkimatı açısından da bir turnusol testi olarak görülebilir. Bu siyasal stres testinden hangi aktörün nasıl çıkacağı, Türkiye’nin yarınında nasıl bir rol alacaklarını da belirleyecektir. Bu noktada, teste girme cesareti gösterme konusunda bile oluşan tereddütlerin mahiyetine bakmak, bizlere bugün yaşadığımız ilan edilmemiş krizin koordinatlarını görme imkânı sağlayabilir.

Özellikle, artık ‘kontrolsüz ithamlar’ eksenine oturan iktidar eleştirilerindeki retoriğin merkezinde demokratikleşme bulunurken, muhalefet-yeni anayasa ilişkisinin bugünkü durumundan çok daha farklı bir mahiyette ve fazda olması beklenirdi. Zira ‘diktatörlük’ gibi kontrolsüz ve retoriği oldukça yüksek bir ithamın ve tartışmanın sıradanlaştığı bir dönemde, muhalefetin yeni anayasa talebi ya da radikal bir demokrasi isteğinin oldukça yüksek ve sahici olması beklenirdi. İşte tam da bundan dolayı, ‘diktatörlük’ tartışmasını kontrolsüz ve oldukça sorumsuz bir şekilde tüketen CHP başta olmak üzere muhalefetin, benzer bir çarpan iştahla yeni bir anayasa arzulamıyor oluşu, ‘retorik ile fiili durumları arasında hem ciddiyet hem de sahicilik açığının ortaya çıkmasına’ sebep olmaktadır. Bu açığın ismi de siyasetsizlikten başka bir şey değildir.

CHP’nin siyasetsizlikle imtihanı yeni bir fenomen değil elbette. Uzun yıllardır benzer bir siyasetsizlik fonksiyonunu vesayet rejimi üzerinden sahiplenmenin maliyetlerini tecrübe ediyorlar. Bu yıllar boyunca Türkiye’nin vesayet rejiminden zuhur eden oldukça ilkel ‘Kemalizm çatışma ekseninde’ kendisine konforlu bir habitat bularak var olan CHP’nin, yeni anayasa karşısında varoluşsal sancılar yaşamasında şaşılacak bir durum bulunmuyor.

Vesayet rejimi geriledikçe CHP’nin korunma zırhı olmaksızın siyaset yapma ve sahici bir siyasi özne olma baskısı altına girdiğini gördük. 2010 sonrası bu baskıyı büyük ölçüde geçmişle samimi bir şekilde ideolojik olarak yüzleşmeden geçiştirmeye kalktılar. Bu dönemi adeta kriz alanlarını geçiştirerek, varoluşsal sorunları ve kendisini gündeme almadan atlatmak üzere, siyaset yerine siyasal iletişimin tahrik edici dünyasına sarılarak durumu kurtarmaya gayret ettiler. Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ya da yeni anayasa gibi sahici siyasal stres testleri karşısında, sınavdan kaçarak durumu idare edebileceklerini düşündüler. Sonuç elbette hüsran oldu. Hâlihazırda ise bu tercihlerin konforlu olduğu kadar, yaşadıkları krizi derinleştirdiğini de görmek istemiyorlar.

Bu durum, eski Türkiye’ye tutunmaya çalışanların bütün seçim yenilgilerine, belli bir siyasi coğrafyaya sıkışmalarına, dolayısıyla belli bir sosyoloji içerisinde cemaatlere dönüşmelerine rağmen sürdürmekte ısrar ettikleri ciddi bir kısır döngü anlamına geliyor. Öyle ki, retorik düzeyinde oldukça radikal bir demokrasi talebini ve değişim arzusunu dillendirmelerine rağmen, güncelliğini yitirmiş bir yazılımın kendisini yenilemeden Türkiye’de sorunsuz bir şekilde var olma ‘imkânsız misyonu’ var karşımızda.

1961’den bugünlere gelen ‘eski Türkiye yazılımına’ hiç dokunulmadan gerçekleşmesi arzulanan demokratikleşme, sadece absürd bir durumun ortaya çıkmasını sağlamıyor, aynı zamanda mezkûr aktörlerin de seçim sonuçlarıyla tahkim edilen içe kapanma süreçlerini çok daha korunaklı hale getiriyor. İktidarla kavgasından daha fazlasını cari anayasa ile etmeyi göze alamayan bir ana muhalefetin Türkiye’ye bir şey söylemesi mümkün olmadığı gibi, bu durum kendi normalleşmesine başlamasını da imkânsızlaştırıyor.

Zira yeni bir anayasa talebini dillendirmemek; Türkiye’deki cari hükûmet sistemi, devlet-vatandaş ve devlet-din ilişkisi, sivil siyaset ve kurumların ünsiyeti, kuvvetler ayrılığı konularında günlük şikâyet dilini aşamayan ancak siyaset dilini de üretemeyen kısır döngüyü sonuna kadar sahiplenmek anlamına geliyor.