Bu köþede bundan otuz üç ay kadar önce “‘Habur Olayý’ Doðru Bir Olaydý” diye bir yazý yazmýþ ve þöyle demiþtim:
“Bir grup PKK militanýnýn silah býrakarak topluma katýlmasýný ifade eden ‘Habur olayý’, özünde doðru bir olaydý. Bir yanlýþ varsa, bu ‘olay’ýn sembolize ettiði ‘PKK’nýn silahsýzlandýrýlmasý’ sürecini el birliðiyle baltalamýþ olmamýzdýr.” (1 Mart 2010 tarihli Star)
Allah’tan Türkiye döndü, dolaþtý, PKK þiddetine þiddetle karþýlýk verdi, ama sonuçta “PKK’nýn silahsýzlandýrýlmasý” noktasýna yeniden geldi.
Arada olan, ne yazýk ki, geçen iki yýllýk süreçte kaybettiðimiz canlara oldu. Hepsini yeniden rahmetle anýyorum.
Öte yandan, üç sene önce tecrübe ettiðimiz ilk “barýþ süreci denemesi”nden bazý dersler çýkardýðýmýzý da umuyorum.
Öncelikle, bu riskli süreçlere cesaret ettiði için alkýþlanmayý hak eden hükümetin, muhtemel riskleri daha iyi hesaplamasý, hem provokasyon ihtimallerini hem de kamuoyu reaksiyonlarýný iyi ölçüp-biçmesi gerekiyor.
Bu konuda hükümete naçizane bir tavsiyem, PKK ve Öcalan tarafýndaki önemli beklentileri baþtan “olmaz” diye kestirip atmamasýdýr.
PKK ve BDP çevrelerindeki ýlýmlý unsurlarýn kendi radikallerini dizginlemesi gerektiði de ortadadýr. Ben, “derin devlet”ten ziyade asýl bu tarafta görüyorum provokasyon tehlikesini.
Ancak sürecin bu iki tarafý dýþýnda bir de muhalefet ve muhalif kamuoyu var ki, bunu biraz açalým.
Milliyetçi cephe
Gördüðüm o ki, önümüzdeki yeni barýþ sürecinin karþýsýnda iki muhtemel muhalif grup var.
Bunlarýn ilkine, kabaca “milliyetçi cephe” diyebiliriz. MHP’yi, CHP’nin ulusalcý kanadýný ve hatta bazý muhafazakâr þahinleri içeriyor.
Söz konusu muhafazakâr þahinlerin bir ucunda saldýrgan diliyle tanýdýðýmýz Ýslamcý görünümlü bir gazete varsa, bir diðer ucunda da, kararlýlýðýna ve enerjisine anlam vermekte çok zorlandýðým bir “MÝT ve Hakan Fidan düþmanlarý” korosu var.
Tümünün ortak yaný, PKK ile diyaloðu “örgüte teslimiyet” olarak görmeleri ve hatta “ihanet” saymalarý.
Oysa, biz de PKK’yý hiç sevmiyoruz, ama örgütün silahla bitirilemeyeceði gerçeðini de görüyoruz. Ordusu ve istihbaratýyla dillere destan olan koskoca Britanya Ýmparatorluðu’nun bile IRA’yý silahla bitiremeyip “barýþ”a razý olduðunu biliyoruz.
Dahasý þunun da farkýndayýz: Milliyetçi cephe, daha önceden denenmemiþ hiç þey önermiyor bize. Sadece otuz yýldýr süregiden “örgütün belini kýrma” edebiyatýný tekrar ediyor. Bu ise daha fazla genci ölüme göndermekten baþka hiç bir anlam taþýmýyor.
Solcu cephe
Gelelim barýþ sürecinin karþýsýndaki ikinci muhtemel muhalif gruba: Benim tabirimle “solcu cephe”ye.
Aslýnda bu grup, “barýþ” diye ölüp bitiyor uzun zamandýr. Ancak bu barýþa yürümesi gereken iki taraftan biri olan AK Parti hükümetine zerre kadar güvenmediði gibi ideolojik önyargý ve hatta nefretle yaklaþýyor.
Bu gruptan son iki yýldýr her gün AK Parti’nin aslýnda ne kadar “milliyetçi” olduðunu dinliyoruz. Baþbakan’ýn “tek millet” sloganý bile onlar için “faþizm” delili olmuþ oluyor. (Sanýrsýnýz ki bir ülkede “faþizm” olmamasý için illa birden fazla “millet” bulundurmak lazým.)
Ayný koro, hükümetin son iki yýlda “terörle mücadele”ye aðýrlýk vermesini de sebepsiz bir þiddet tutkusu gibi gösteriyor, bunu tetikleyen PKK terörünü es geçiyor.
Ýþte önümüzdeki muhtemel bir risk, söz konusu koronun hükümeti her aþamada “samimiyetsiz” ilan ederek PKK’nýn radikallerine alan açmasýdýr. Umarým barýþa sahiden sahip çýkarlar ve bu yýpratmaya giriþmezler.
Daha geniþ kesimleri ilgilendiren bir üçüncü risk ise, “Kürt sorununu çözerken Türk sorunu yaratmak” dedikleri þeydir ki, bunu da Çarþamba günü tartýþalým.