Yeni bir çevreleme politikası gerek

Çevreleme politikası Soğuk Savaş boyunca Amerika Birleşik Devletleri ve müttefiklerinin Sovyetler Birliği’ne karşı uyguladıkları stratejinin adıydı. Amaçlanan Sovyet etkisinin II. Dünya Savaşı sonrasında kontrol altına aldığı alanların dışına taşmasını önlemek, dünyanın başka bir yerine coğrafi ya da siyasi sarkışına engel olmaktı.

Bu politika bazılarına göre başarısız oldu. Amerika ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu müttefikleri Sovyetlerin pek çok yerdeki doğrudan ya da dolaylı müdahalelerini önleyemediler. Bazılarına göreyse başarılıydı. Çünkü çevreleme ve onunla kardeş nükleer caydırıcılık sayesinde bir başka dünya savaşının çıkışı engellendi, Sovyet yayılmacılığının daha az tehditkar olması sağlandı.

Amerika ve yakın müttefikleri bu siyaset sayesinde kendilerini yıpratacak doğrudan bir çatışmaya sürüklenmediler. Tam tersine hasımlarını yıprattılar. Sonunda da Soğuk Savaş’tan galip çıktılar. Şimdi aynı stratejiyi Türkiye’nin benimsemesi, kendisine yönelik yeni bir tehdidi caydırıcılık, siyaset, diplomasi ve istihbaratla çevrelemesi gerekiyor.

***

Tehdidin adı El Kaide ve farklı şubeleriyle Suriye’yi, Irak’ı ve Lübnan’ı ciddi şekilde sarsıyor. Beyrut’ta son bir kaç gün içinde iki önemli bombalı cinayet işlendi, yeni bir iç savaşın fitili ateşlendi. Irak’ta ise ISIS iki şehrin kontrolünü neredeyse ele geçirdi. Suriye’de deseniz durum malum. Meşru muhalefetin gücünü ciddi şekilde erozyona uğrattı.

El Kaide’nin Türkiye’yi hedef almayacağının din adına yaptığını iddia ettiği savaşlarını bize taşımayacağının hiçbir garantisi yok. Türkiye’nin şu an içinde yaşadığı siyasi kırılganlığın her türlü terör örgütüne, taşeronlarına ya da onları kullanmak isteyebilecek muhtelif devletlere davetiye çıkartmadığını söylemek de imkansız.

Ancak Türkiye’nin bu tür örgütlere karşı açıkça tedbir alması ya da müdahalede bulunması onların nefretini üstüne çekmesine yol açar. Bu yüzden de tıpkı Soğuk Savaş’ta Amerika’nın benimsediği politikaya benzer bir politika benimsemek, Suriye’den ve Irak’tan gelebilecek El Kaide tehdidini çevreleyerek kendisine ulaşmasını engellemek zorunda.

Böylesi bir politika söylemesi kolay uygulaması zor bir politikadır. Hareketsiz kalırsanız müttefikleriniz sizi zorlar. Fazla hareket ederseniz bombalı saldırıların hedefi haline gelirsiniz. Hiç öngörmediğiniz nedenler yüzünden Suriye’ye, belki Irak veya Lübnan’a müdahale etmek zorunda kalırsınız.

En makul yöntem sorunu ihraç eden ülkelerin bu sorunla baş etmesine destek vermektir. Türkiye’nin artık El Kaide tehdidini ciddiye almasının ve sorunu askeri yöntemlerle çözmek zorunda kalmadan siyasi yöntemlerle çözmek için yeni bir strateji benimsemesinin zamanı gelmiştir.

Hükümet, muhalefet, asker, polis her ne kadar yolsuzluk skandalı ve onun artçı sarsıntılarından etkilenmiş ve etkilemekteyse de, basının, kamuoyunun ilgisi iç sorunlarımıza odaklanmışsa da, sınırlarımız dibinde yeni ve büyük bir tehdidin doğmakta olduğu görülmelidir.

Evet, bu tehdidi ortaya çıkartan Amerika’nın benimsediği tutarsız politikalar olabilir. 2003 Irak müdahalesi sonunda yıkılan devlet, Suriye karşısında benimsenen değişken siyaset El Kaide’ye zemin hazırlamış, meşru kabul edilen muhalefetin altının oyulmasına neden olmuştur. Ama sebebi ne ve kim olursa olsun tehdit ortadadır, coğrafi yakınlık yüzünden Türkiye’ye sıçramaya adaydır. Sorunla sonunda Türkiye baş etmek zorunda kalacağa benzemektedir.

***

Soruna doğrudan muhatap olmak yerine onu çevrelemek, o soruna karşı yerinde tepki gösterecek güçlerle işbirliği yapmak, onların güçlenmesini sağlamak, Suriye ve Irak’ın ülke olarak çökebilecekleri ihtimaline karşı da hazırlık olmak gerekmektedir. Esasen Türkiye de böylesi bir politika benimsediği izlenimi vermektedir.

Kürdistan Özerk Yönetimi ile geliştirilen özel ilişkiler sadece Kürt sorununun çözümüne değil, aynı zamanda Irak’ın ve belki Suriye’nin tam ortasında ilan edilebilecek bir “emirliğe” karşı şimdiden alınmış tedbirdir. Hatay’daki MİT kamyonu da belki böylesi bir inisiyatiftir. Bu tedbirlerin arttırılması Suriye Kürtleri ile de Esad rejimiyle ilişkilerin niteliğini önkoşul kabul etmeyen bir stratejinin benimsenmesi kaçınılmaz görünmektedir.

Diğer yandan farklı senaryolar için de hazırlıklı olmak şarttır. Bölgenin değişken jeopolitiği Esad rejimiyle görüşmeyi, İsrail’le barışmayı, müttefikimiz Amerika’yla iyi geçinmeyi gerekli kılmaktadır. Ayrıca Türkiye 17 Aralık’tan bu yana daha kırılgan bir ülke haline gelmiştir. Kendini, kimliğini, çıkarlarını ve önceliklerini özenle yeniden tanımlamak zorundadır...