Yeni eğitim modeli 4 4’lük mü?

Elbette her şey siyasetin konusudur, eğitim de. Ve ne ki siyasetin konusudur eleştiriden muaf değildir. “Milli Eğitim” diyerek kutsallaştırdığımız eğitim-öğretimimizin kurucu felsefesi, eğitimi siyasetin dışında tutmak suretiyle okulları ‘tek tip vatandaş’ yetiştirmenin aracı kıldı. İktidara kim gelirse gelsin dokunamayacaktı ‘milli eğitim’imize. Dokunma hakkı sadece kurucu iradenin temsilcisi kurumlara aitti. Ne alakası var demeyin, eğitim Milli Güvenlik Kurulu’nun bile işiydi. Siyasetin söz hakkı ise belki makyaj mahiyetindeki değişikliklerle ilgili olabilirdi. Ya da bizzat Milli Güvenlik Kurulu’nun tutulmaması halinde ne olacağı malum tavsiyelerinin icracısıydı siyaset.

Bunun en bariz örneğini 28 Şubat’ta yaşadı Türkiye. Kazanılmış hak bile demeden imam hatip lisesi öğrencilerinin üniversiteye girebilmelerine mani olacak katsayı uygulaması başlatıldı. Oysa o çocuklar imam hatibe kayıt yaptırdıklarında önlerinde böyle bir engel yoktu. En azından bunları muaf tutalım bile demediler, tarihin en büyük hukuksuzluklarından birine imza attılar.

Karşı devrim teyakkuzu

Cumhuriyetimizin biçtiği formaya sığmayan gençlerdi onlar. “Madem imam hatipte okuyorlar imam olsunlar” dendi. “Dinini bilen doktora, öğretmene, mühendise, hukukçuya ihtiyacımız yok” dendi. Üstelik kimsenin yüzü kızarmadı.

Şimdi ise ilk kez bir sivil iktidar asla dört dörtlük olduğunu düşünmediğim bir eğitim reformu meydana getirdi. Oturup sakin sakin eksiği gediği ne diye eleştireceğimize bağırıp çağırıyoruz, olan biteni bir karşı devrim olarak telakki ediyoruz.

Meydanlara dökülenlerin feryadına kulak verseniz sanırsınız müfredat değiştirilmiş, müspet ilim tahsili sona erdirilmiş, yobaz imam-aydın çalıkuşu ikileminin işlendiği filmlerin birer belletmen edasıyla dönüp dönüp gösterildiği yıllarda hafızamıza nakşedilen “Câ cala da cû cula da cumburleyli cap cup” modeline geçilmiş.

Eleştirinin seviyesi buralara düşünce de kimse kimsenin dediğine kulak vermiyor, haklı eleştiriler de araya gidiyor.

İlk haliyle kıyaslandığında muhalefetin paranoyaları yüzünden zaten epey budanmış olan yeni sistemde en çok itiraz, eğitime başlama ayının 66'ya indirilmesine getiriliyor. Doğrusu veliler bu konuda endişelenmekte haklılar. Normal koşullarda bile birinci sınıf sancılıdır. Her sınıfta en az bir çocuk çıkar, annesine kapı önünde nöbet tutturan. Bunlar arızı durumlardır fakat. Zira ana sınıfı uygulaması son 5-10 yılda oldukça yaygınlaştı. Büyük şehirlerde anasınıfına gitmeden ilkokula başlayan çocuk neredeyse yok. Ama bu yıl ilkokula başlayan çocukların önemli bir kısmı ilk kez okul binası görmüş oldular. Çünkü ana sınıfına başlayacakları yerde ilkokula başladılar.

Muhalefetin 66 ay bahanesi

Okul yaşının giderek aşağı, okullaşma oranının ise yukarı çekilmesi bir gelişmişlik endeksi verisi. 66 ay uygulaması bir iki seneye normalleşecek, eski sisteme dönmek kimsenin akılının ucundan bile geçmeyecek. Zaten bu ve benzeri sorunlar karşı devrim paranoyasının kamuflajı, başka bir şey değil. Asıl kıyamet imam hatip ortaokulunun geri gelmesine ve laikliğe aykırı bulunan Kur’an ve siyer derslerinin seçmeli olarak müfredata konulmasına. Oysa adı üstünde seçmeli, isteyen alacak. Kimse bir ateiste çocuğuna zorla Kuran dersi aldırt demiyor, ya da “elhamdülillah Müslümanım” diyerek yedi ceddi içinden bir hacı, başörtülü bir haminne bulup çıkaranların çocuklarını metazori siyer dersine sokmuyor. Üstelik seçmeli dersler bunlardan ibaret değil, envai çeşidi var. İsteyen “yazarlık” isteyen “drama” isteyen Kürtçe dersi aldırabilecek çocuğuna. Bunun neresi laikliğe aykırı anlamak zor. Zaten şu cumhuriyet-laiklik ikilisinin bizdeki nevi şahsına münhasır terkibinin tevili mümkün değil.