‘Yeni nesil İslamcılar’

İslamcılık tartışması bitmeyecek, bitmesin de. Bir sırat-i müstakim bulamasa da arayış devam etsin; devam etsin ki arayış halinde olmanın sevabı yazılsın haneye.

Büyük büyük laflar etmeden önce herhalde kendi dindarlaşma serüvenimize bakmamız lazım. Küçük hayatlarımızdan yola çıkarak varacağımız kanaat, İslamcılığın Türkiye’deki seyr-ü seferi hakkında dört başı mamur bir sonuç cümlesi kurmamıza imkan vermez belki; ama illaki o havuzdaki bir damla da bizim o küçük hayatımızdır.

Türkiye Müslüman ailelerde doğan çocukların üniversite yaşına geldiğinde ihtida ettiği bir ülke. 12 Eylül sonrası İslamcılığın en büyük açmazlarından biridir bence bu. İslamcı olunca muhafazakar-dindar ailelerini yadsıyan bir İslamcılık çok yaygındı. Ve dahası bu İslamcılık ille de dindarlaşmayı gerektirmiyordu. Dinin bir ‘tercih’ halini alması, aile ve dini bilginin aktarımı arasındaki bağı bir reddiye olarak kurdu. Öyle ki abdestli namazlı anne babaların çocukları İslamcılaşarak anne babalarıyla çatıştı.

Prof. İsmail Kara’nın Fadime Özkan’a verdiği röportajdaki şu tespiti herhalde Türkiye İslamcılığını en iyi anlatan ifade: “Türkiye İslamcılığının en önemli zaafı ve handikabı enternasyonalizm ve ümmetçilik üzerinden kendi toprağına yabancılaşmasıdır.”(Star, 13.08.2012)

Sol jargonla İslamcılık

İslamcılığın ortaya çıktığı 60-70’lerde de böyleydi, yükselişte olduğu 80-90’larda da. Bugün “İslamcılık bitti mi” tartışmaları yapılırken arzı endam eden ‘yeni nesil İslamcılar’ için de aynı zaaf, belki katmerli olarak geçerli.

İslamcı kadroların Erbakan’dan sonraki kuşağının siyasette aldıkları yolun İslamcılıktan vazgeçiş olduğu ifade ediliyor. Ama bence bu değişim İslamcılığın yerlileşmesi olarak da okunabilir. İslamcılık muhalif özünü tadil ettikçe din ve devlet arasındaki ilişkiyi daha geleneğe uygun kodlarda algılamaya başlamıştır. Bu anlamda bence AK Parti ‘İslamcı’ ve İslamcılığı yerlileştiren bir partidir.

AK Parti’yi eleştirmek suretiyle dinamizm kazanan ‘yeni nesil İslamcılığın’ da zaafları var. Birincisi kendi meşruiyetini kendine ispat sorunu. Bu, ödünç söylemlerle meşruiyet temin etme çabasına sürüklüyor. Kendini ne olduğu değil ne olmadığı üzerinden tanımlamak zorunda bırakıyor. En bariz örneğini son iki senedir 1 Mayıs’a katılan İslamcı gençlerin sloganlarında, taşıdıkları dövizlerde ve söylemlerinde görüyoruz. “Anti-kapitalist Müslümanlar” adlandırması “İslamcı Müslümanlar” ifadesinin taşıdığı ayrımı fersah fersah öteye götürüyor ve Kara’nın ifade ettiği enternasyonalizmin yerliliğe mani olan dozunu aşıp İslamcılılığı sol jargona yaklaştırıyor.

İkincisi ise doğrudan bu birinci zaafla alakalı. Türkiye’de solun talihsizliği dine olan mesafesi olageldi. Bu mesafeyi kaldırmak istiyorsa, bu solun sorunu. Fakat “adalet” gibi dinin toplumsal alanda ihdas etmeye çalıştığı en temel prensiplerin İslamcılar tarafından sol bir söylemle dile getirildiğine şahit oluyoruz.

 

‘Yeni nesil İslamcılar’ın hatırlatmaya çalıştıkları bu vicdan ilkesi şüphesiz çok değerli. Ama konuştuğumuz şey kadar hangi kürsüde konuştuğumuz da önemli. Sözün sahiciliği, bağlamdan bağımsız takdir edilemez. Türkiye’de yeni bir İslamcılık yorumu güçlü bir şekilde varolmak ve kendine yol bulmak istiyorsa, dahası gerçekten ‘uyarıcı’ olmak istiyorsa sol jargonla konuşmamalı. Buna ihtiyacı da yok.

İktidarda 10 yıldır muhafazakar bir siyasetin hüküm ferma olması İslamcı bir itirazı daha değerli kılıyor. Bu yüzden bu itiraza kulak verilmeli. Ama bu itiraz da önce kendinin ne olmadığını değil ne olduğunu anlatmalı. Yoksa gençliğin siyasallaşmasına gıda olan geçici bir muhalif söylem olmanın ötesine geçemez.

 

17-19 Mayıs tarihleri arasında Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi’nde gerçekleştirilecek olan “Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi Sempozyumu” İslamcılıkla ilgili yeni pek çok soruya cevap arayacak. Hayra vesile olsun inşallah.