Yeni saldırı, yeni dönem

Mısır’daki darbenin önündeki isim, halkı ‘terör’le mücadele için meydanlara davet etmiş. General Sisi’nin şu ifadeleri de coğrafyamız için herhalde yabancı sayılmaz: ‘Mısır ordusu emirlerini halktan alır.’

Geldiğimiz noktada Kahire’de ve ülkenin dört bir yanında milyonlarca insanın darbeye karşı tarihe geçecek bir duruş sergilediğini; ilk günlerin aksine bu duruşun İhvan dışındaki kesimleri de içine aldığını söyleyebiliriz.

Ancak bu direnişin, namaz kılan insanların üzerine ateş açacak kadar kendisini kaybetmiş bir anlayış karşısında, yeniden iktidara yürümesi sanıldığından çok daha zor. Mısır’daki sürecin belki de en önemli özelliği, İhvan ve Muhammed Mursi’nin, uzun yıllar alabilecek bir değişim sürecini, kısa bir döneme sıkıştırma çabası oldu.

Bu durum, ordu tarafından sürekli olarak Mursi’yi köşeye sıkıştırma yönünde kullanıldı. Nitekim, kısacık iktidar döneminde İhvan’ın bu denli ağır eleştirilere maruz kalmasının perde arkasında iki önemli aktör var. Birincisi Mısır ordusunun yönlendirdiği medya gücü ve çeşitli kamuoyu aygıtları. İkincisi Suud’un başını çektiği ve Körfez’de giderek yayılan demokrasi korkusunun getirdiği güçlerin Mısır siyasetine doğrudan ya da dolaylı müdahalesi.

***

Kadim bir medeniyetin devamı, çok sayıda farklı kültürün etkisiyle şekillenmiş, düşünce hayatı çok zengin, aynı zamanda da İslam dünyasının merkez ülkelerinden birisi Mısır. Ancak bugünkü devlet yapısının, özellikle de kurumlarının bu kadar dirençli olmasında İngilizlerin rolünü gözden kaçırmamak lazım.

Türkiye’nin aralarında olduğu pek çok İslam ülkesinde ordunun kurucu ve modernleştirici rolüne fazlasıyla önem verildiği malum. Bunların bir bölümünde ordu, özellikle de Baas kurgusu üzerinden hala gücünü devam ettiriyor. Bir bölümünde, ki bunun en önemli örneği Türkiye, ordu siyasi sistemdeki gücünü ve rolünü uzun çatışmaların ardından seçilmiş iktidarlara devrediyor.

Ancak Mısır’da, ordunun hala ciddi bir gücü olduğunu ve bunun da halkın bir bölümü tarafından en azından ‘sığınak’ olarak görüldüğünü tespit etmekte yarar var. Burada yüksek orandaki Hıristiyan nüfusun ve bunlar arasında uluslararası sistemle barışık önemli aktörlerin olması da işin bir başka yönü. Eski BM Genel Sekreteri Butros Gali’yi şöyle bir hatırlamak, söylediklerimizi biraz daha canlı hale getirebilir.

***

Israrla gündeme taşımak istediğim bir tartışmayı tekrar kısaca hatırlatmak istiyorum. Mısır konusunda ortaya çıkan tepkisizlik sıradan bir yaklaşım olarak görülmemeli. Sözgelimi, bir ülkenin seçilmiş lideri ve yakın çalışma arkadaşları haftalardır ortada yok ve dünya bununla ilgilenmiyor bile.

Dahası şu. Bu duyarsızlık hali, aynı zamanda yeni tezlerin kapısını aralayacaktır. Nitekim İslam ve demokrasi başlığı altında yapılan ve yapılacak olan tartışmalar, kesinlikle alışık olmadığımız bir yönde, içerikte ve üslupla ilerleyecektir. 11 Eylül’ün ardından ortaya çıkan ve vahşi neocon saldırılarıyla biçimlenen tezlerin aksine, bu yeni durumun daha entelektüel bir alanda ortaya çıkacağını öngörebiliriz.

Soru ise şu: Bu yeni karşılaşmaya/tartışmaya/çatışmaya ne kadar hazırız. İzlediğim en saçma filmlerden birisi olan ‘Benim Adım Khan’da olduğu gibi, sistem içinde kalabilmek ve meşruiyet sahibi olabilmek, ‘muhbir’ olma şartına bağlanıyorsa vay halimize.

Yeni bir dönem, yeni tartışmalar ve yeni bir saldırıyla karşı karşıyayız. Gezi denilen kepazelik de bunun bir parçası değil mi, ne dersiniz?