Sanki burası sömürge ülkesiymiş gibi, “beyaz efendi”lerine karşı hayranlıkla beraber bir eziklik hisseden ne çok siyasetçimiz, gazetecimiz, aydınımız varmış meğer. Sayın Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi “insan gerçekten hayret ediyor!”
Bir Batı ülkesinden bir siyasi lider, bir yetkili, bir yazar yahut bir artist gelmeye görsün. Ya da bu örselenmiş kişilikler, yurdun batısına düşen ülkelerden birine hele bir ayak bassın. Anında başlıyorlar kendi ülkelerini, ülkenin seçilmiş yöneticilerini ve halklarını şikâyet etmeye.
Şikâyet seansı boyunca kurdukları cümlelerin terkibinden tutun da, aktardıkları bilgilerin eksik ya da çarpık olduğunu en başta kendilerinin bilmesinden dolayı gösterdikleri ekstra çabaya, mimik ve jestlerine dek, dinleyenlere zengin bir gözlem imkânı veren hallerinden anlıyorsunuz ki yaptıkları şeyin gayet de farkındalar!
Bu bir feda eylemi!
Bunca yılda biriktirilmiş iyi kötü bir itibar, edinilmiş bir kimlik var neticede ama huzurunda konuştukları şu çizmesi parlak, kırbacı şaklak beyaz efendinin zihnindeki Türkiye’nin imajına kara çalmak adına, hepsi feda edilebilir. Yeter ki sömürge valisi muamelesi yaptıkları Batılı, bu rolü kabul buyursun ve teftişe geldiği lejyonun yöneticilerine bir güzel verip veriştirsin.
Nitekim Alman Cumhurbaşkanı önyargılarla yüklü olarak Türkiye’ye geliyor, eleştirilerini nezaketsizce boca edip gidiyor ve bizim kompleksli muhaliflerimiz, kendilerinin güç yetiremediği siyasi rakiplerine laf söyledi, ayar verdi diye görülmemiş bir neşe içinde!
Eşitler arasında olması gereken ilişkiyi Türkiye aleyhine bozmaya cüret eden kişiye, ülkenin devlet adamları, verilmesi gereken cevabı hakkıyla verdi diye, bakıyorsunuz bizimkiler bu defa kahırlanmakta. Batılı bir lidere nasıl söylenir bunlar diye dövünmekte.
Utanıyoruz. Geçen yıl CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, AP Sosyalist Grup Başkanı Swoboda’yı ziyaretinde Türkiye Başbakanını katil Esed’e benzettiğinde ve Swoboda da protesto amacıyla toplantıyı terk ettiğinde çok utandığımız gibi utanıyoruz.
Bu “kindar eziklik” Türkiye hakkında hazırlanan raporlar değerlendirilirken de nüksediyor. Kimin hangi niyet ve kriterle sağlıklı bir değerlendirme yapıp yapmadığına bakmak varken, bizim “kaybedenler kulübü müdavimlerimiz” olumlu olanı görmezden gelip yanlış ya da kasten çarpıtılmış olanın ipine sarıldıklarında insan hakikaten hem hayret ediyor hem utanıyor.
Lakin bu, yeni Türkiye’nin bir sorunu. Siyasi yenilgiyi ideolojik tükenmişlik ve Kemalist/solun genetik ezikliğiyle mix etmiş vaziyetteler. Çıkışsızlık, geleceksizlik durumun vahametini ve müdahalenin aciliyetini artırıyor. Görünen o ki iş yine “baş”a düşüyor.
Söylemezsem çatlarım
Türkiye’de basının hali pür melali hakkında birbirine karıştırılmaması gereken iki şey var.
1) Freedom House ile CPJ’nin yayınladığı raporlardaki verilerle ilgili. Freedom House’un sicili ve işlevi tartışmalı, bilgileri eski ve eksik. Sadece Türkiye için değil tüm raporlarında uluslararası kamuoyunu yanlış yönlendirme amacı alenileşmiş, itibarsız. Onu geçelim o yüzden. CPJ’nin tutuklu gazeteciler listesine bakalım:
CPJ “Türkiye cezaevlerinde 15 tutuklu gazeteci var” diyor. Yanlış. Doğrusu, 7 kişinin yargılanması tamamlanmış, tutuklu değil hükümlü. Yani suçu mahkeme tarafından sabit görülmüş. Tutuklu olan ve meslek hanesinde “gazeteci” yazan kişi sayısı 8. Bunların tamamı bir terör örgütüyle ilişkilendirilmiş. İsnat edilen suçlar arasında silahlı soygun, karakol bombalamak, Molotof atmak, silahla adam yaralamak, polis memuru ve bekçi öldürmek var. Dikkat: Basın özgürlüğünü bu suçlar üzerinden savunmaya kalkmak en fazla gazeteciliğe zarar verir!
2) Medyanın iç içe geçmiş kangrenleşmiş pek çok sorunu var. Türkiye’nin başka alanlardaki hali neyse burası da öyle, bileşik kaplar misali, hatta burası daha beter. Dibi bataklık çünkü ve eski medya düzeninden kalma kalemlerin çoğunun mürekkebi hala oradan. Temizlenmek şart.