Geçtiðimiz hafta sonu Diyarbakýr'daydým. Ýlim ve Erdem Vakfý'nýn ve Özgür-Der'in davetlisiydim. Özne, Din ve Cemaat üzerine bir konuþma yapmak üzere davet edilmiþtim. Çok güzel insanlarla tanýþtým. Müteþebbisler, doktorlar, öðretmenler... Zevkle ve þevkle hizmete koþan insanlar. Gönülleriyle ve imanlarýyla mücadele ediyorlar. Okuyan, düþünen ve de sosyal faaliyetlerde bulunan bir çevre. Ýlim ve Erdem Külliyesini kurmuþlar. Çok yönlü çalýþmalarda bulunuyorlar. Kitap okumalar, kültür faaliyetleri, Kuran Kursu, mescit, yoksullara yardým faaliyetleri... Entelektüel bir kesimin halkýn pratik konularýyla da ilgilenerek faaliyette bulunmalarýna çok sevindim.
Bizde çoðunlukla bu ikisi bir araya gelmiyor. Entelektüel ve kültür adamý elitist havalara girip steril yaþýyor. Pratik çalýþmalar yapanlar da fikir insanlarýný küçümsüyorlar. Bu iki alan arasýndaki etkileþimle doðan bir grubu ve çalýþmalarýný görmek çok sevindirdi beni. Teori ve pratiðin birliðini önemsiyorum. Belki de sosyolog olmamdan kaynaklanýyor bu. Pratiksiz bir teori, çoðu kez insanýn kendisini Tanrý sanmasýna yol açýyor. Bol bol ukala, kendini beðenmiþ, megaloman, yarý Tanrý hissine kapýlan adamlar ortaya çýkarýyor. Olimpus daðlarýnda gezen Yunan Tanrýlarý gibi...
Özne, Din ve Cemaat konuþmamý, Ýlim ve Erdem Vakfý külliyesinin salonunda yaptým. Belli bir bilgi seviyesi olan, her yaþtan insanlar katýldý. Çoðunluk erkeklerden oluþuyordu, kadýnlar da vardý. Descartes'ten baþlayýp Hegel'den Nietzsche'ye, oradan Foucault'a kadar Batý düþüncesinden bahsettik. Sonra "halife özne" olmaya, "Ýnsaný Kamil Öznesi" olmaya ve çaðdaþ dönemde Ýkbal'in Müslüman özne arayýþýna geçtik. Öznenin farklý hallerine dikkat çektik. Konuþurken kendimi de keþfediyorum bazen, burada da öyle oldu. Öznenin Batýda illaki bir "öteki" ile tanýmlandýðýný ve bir nesneye ihtiyaç duyduðunu vurguladým. Ýslam'da buna ihtiyaç yok. Herkes halife olarak yaratýlmýþtýr. Özne olmak için efendi olman ve karþýnda da köle olmasý gerekmiyor.
Diyarbakýr'ý gezdik arkadaþlarla. Bir yandan konuþuyoruz, bir yandan etrafýmý gözlemliyorum. Aslýnda konuþurken de daha çok Diyarbakýr'ý yeniden öðrenmeye çalýþýyorum. Muhteþem bir Sur içi ile karþýlaþýyorum. Hz. Süleyman Camii, Gâvur Mahallesi, Keldani Kilisesi, Mehmet Paþa Camii... Nice eserler restore edilmiþ, yeniden görünür kýlýnmýþ. Yeni iki katlý güzel yerler yapýlmýþ. Parklar, yeþillikler, aðaçlar... Bambaþka bir Diyarbakýr çarptý beni. Büyük bir keyifle geziyoruz. Taþ binalý bir çay ocaðýna giriyoruz. Müzik çalýyor, biri de türkü söylüyor. Harput'tan Hüseynik isteðinde bulundum. Güpegündüz ne muhabbet!
Güvenlik, büyük bir canlýlýk ve hareket getirmiþ þehre. Ýslami çalýþmalar yapan insanlar bunu vurguluyor. PKK'nýn hegemonyasý kýrýlmýþ. Ýnsanlar tehdit edilmiyor, kaçýrýlmýyor, öldürülmüyor. Korku, Diyarbakýr'ý terk etmiþ. Ýslami faaliyetler de özgür hale gelmiþ. HDP siyaseti ile eþ güdümlü yürüyen korku ve tek parti hegemonyasý yok edilmiþ. Artýk Diyarbakýr'ý terk etmek zorunda kalan ya da tamamen susmayý göze alan ikilemden kurtulduklarýný söylüyor insanlar.
Güvenlik ve sosyoloji iliþkisini, güvenlik ve din iliþkisini yerinden görüyorum. Toplum açýlýyor, canlanýyor, üretmeye baþlýyor. Müslümanlýk da buna yöneliyor. Hizmetler artýyor, dindarlar aktif hale geliyor. Þehir çoðul bir kültür rekabetine ve ticaretine kavuþuyor. Diyarbakýr tam da bu sosyolojide. Fakat iþin baþýnda daha. Bu ortam devam ettiðinde çok kýsa sürede Türkiye'nin en önemli ve en geliþen þehirleri arasýnda yer almaya aday. Seçimlerin sonuçlarý bunu etkileyecek. HDP'nin etkili olduðu ve yeniden hegemonyasýný kurduðu bir Diyarbakýr'da (PKK ile eþgüdümlü hâkimiyet demek bu) bu geliþmenin akamete uðramasý demektir açýkçasý. Bu da yükselen bir þehir dinamizminin bloke edilmesi demek.