Yermük’ün çocukları: Ne olur, bizi hızlıca öldürün!

Ömrünüzde bir mülteci kampı gördünüz mü hiç? Bir gece kaldınız mı o yersiz yurtsuz çocukların arasında? En eski tarih olarak bildikleri en ihtiyar mültecinin hayal meyal anlattığı çocukluğunun dışında, hiçbir tarihi olmayan o çocuklar... En ilerideki gelecek ve umut olarak bildikleriyse, her şeye rağmen hayatı yeşerten karnı burnundaki genç anneleri... Transistörlü radyolardan parazitler arasında beklenen kurtuluş umudu ve bizlerin dünyasında çoktan tedavülden çıkmış yamru yumru olsa da epey iş gören bisikletler... Kara tahta üzerine kiremit parçalarıyla yazılmış Elif, Be, Te, Se’ler... Ve bir dünya haritası. Her şeye rağmen bir dünya haritası tahta duvara çakılmış, işte şunlar dünyanın başkentleri, şunlar da denizler ve dağlar... Ama eksik bir haritadır bu mülteci çocuklar için. Eksik, çünkü cenneti göstermiyor. Halbuki bir türlü gelmeyen yaz tatillerinde, nereye gitmek istersin diye sorulduğunda, o çocukların hiç düşünmeden söyledikleri ülkenin ismidir; “cennet”... Oysa haritalar göstermiyor o ülkeyi... Gidecekleri hiçbir yeri kalmamış gibi dünyanın...    

O mülteci çocuklarla bir gece kaldınız mı hiç? Yıldızlara baktınız mı haymatlos gecelerinin içinden.

***

Yermük, Suriye’nin başkenti Şam’a birkaç kilometre uzaklıkta bir kamp şehir... Arap-İsrail Savaşının akabinde Filistinli mültecilerin sığındığı bir mahal olarak 1956-57 yılları arasında kuruldu bu kamp-kent. Ürdün’de, Lübnan’da da görebileceğiniz Filistinli nüfusun barınmak üzere kurdukları mahalle ve köyleri andırıyordu Suriye faciasından önce... Yanyana dizilmiş barakalar görünümünde tahta ve ince saçlarla örtülmüş küçük odacıkları andıran birbirine yaslanmış sığınaklarda faciadan önce 200bin civarında Filistinli yaşıyordu.

Suriye’deki iç savaş öncesi ülkeyi ziyaret eden gazeteci ve aktivistlerin pek çoğunun da uğradığı bir mülteci mıntıkası olan Yermük’teki insanlar hiçbirimize yabancı değillerdi oysa. Yermük’teki Filistinlilerin Türkiye sevgisi, facia öncesi kendilerini ziyarete gelen gazetecilerin hangi siyasi görüşten olurlarsa olsunlar, hayret ederek tanıklık edecekleri bir haldi...

Suriye’de iç savaş çıkmadan evvel de onların durumları çok kolay değildi elbette. Adı üstünde mülteciydi onlar. Kapılarını çalan gazeteci ve aktivistlere ikram edecekleri bir şeyleri olmasa da, hemen her barakadan Türkiye’den gelenlere, yüzlerinin en güler çehresiyle çıkarılacak taze demlenmiş çayları olurdu mesela. O fena şartlara rağmen, teneke kutulara ekilmiş çiçekler, köşeleri kırık da olsa baraka duvarın iliştirilmiş aynalar ve her bir yandan sarkan bayrak, flama ve şehit posterleriyle... Yermük, bir mahşer yeri gibi cıvıl cıvıldı. Kontrplaklarla, sandık tahtalarıyla, araba lastikleriyle birbirine sımsıkı bağlanmış her türlü şeyiyle dünyanın, ama dünyalık olarak da göremeyeceğiniz, pek çok terk edilmiş, vazgeçilmiş çeri çöpüyle, yeryüzünde kurulmuş bir “gölgelik”ti Yermük...    

Yermük, Suriye’deki iç savaş sırasında neredeyse tamamen terk edildi, 12-15 bin kadar mültecisi kaldı ki onlar da hiçbir yere gidemeyenler. Son altı aydır ciddi bir abluka altında Yermük. Uluslar arası Af Örgütü başta olmak üzere, hem insani yardım örgütlerinden gözlemciler hem de bölgede görev yapan gazeteciler, Yermük’te yaşanan insani dramı dünyaya duyurmaya çalışıyorlar.

Yermük’te her hafta, 15 ila 20 kişi, açlıktan ölüyor.

Yoğun saldırı ve güvelik endişesi altındaki yardım TIR’ları ve sağlık ekipleri, bölgeye giremiyor.

Dünya, atom bombasından, krematoryumlara kadar her türlü feci katliam sahnelerine tanık oldu. Ama ilk kez, açlıktan öldürülen insanların tarihini geçiyor Yermük...

Kedi, köpek ve eşek eti yemeye dair çıkarılan fetvalardan sonra... Aktivist Ebu Muhammed şöyle sesleniyor Suriyeli yetkililere: “Neden bizi kimyasallarla öldürmüyorlar ki? Birkaç dakikada ölürüz o zaman ki bu şekilde ağır ağır açlıktan eriyerek ölmekten daha iyidir...”