Yeter artık!

1- SİYASAL ÇÖZÜLME: Son yaşadığımız krizin giderek siyaseti devre dışı bırakacak bir kaosa dönüştüğünü acıyla izliyoruz hepimiz. Yargıya güvenin sarsıldığı bir döneme eşlik ediyor tüm bunlar... Kaybettiğimiz mali bilanço da cabası ve elbette çok önemli. 28 şubatları namlunun ucunda geçirmiş birisi olarak, darbe teşebbüsü ile değil bizzat darbeyle karşı karşıya olduğumuzu söylemek zorundayım.

Buraya nasıl geldik, hangi hataları yaptık, biriktirdik ayrı konu... Ama kısa bir süre önce Mısır’da şahit olduklarımızın benzeri ile karşı karşıyayız...

Halk oyuyla ve kahir ekseriyetle seçilmiş bir Başbakanın evine jandarma gönderilmesi konuşuluyorsa, oğluna, kızına, eşine kelepçe takılması endişeleri dile geliyorsa... Orada bir siyasi parti liderine karşı girişimden değil, bizatihi siyasetin kendisine, varlığına kast eyleyen bir fiil vardır.

Elbette hiç kimse kanunun adaletin önünde ayrıcalıklı değildir. Ama kanunun adaletin bir işleyiş prosedürü, usulü vardır. Ve şayet bu usul çiğnenirse, esasa giremezsiniz, girdiğiniz şey esas değil yargısız infaz olur... Zira hukukta usul; ayrıntı, tarz, seçenek veya üslup gibi günlük dil kullanımını işaret etmez. Usul, asıllardır. Asılların çiğnendiği yerde esasa giremezsiniz...

Kimse esastan kaçmıyor. Evet yolsuzluk varsa araştırılır, rüşvet varsa soruşturulur. Ama Ku Klax Klan gibi eline ateşi kapan istediği evin kapısını kırıp adam kaldıramaz... İstiklal Mahkemelerindeki gibi ‘’önce asalım bilahare muhakeme ederiz’’ diyemez. Yassıada yargıçları gibi ‘’sizi buraya tıkan irade böyle istiyor’’ diyemez...

Mesleğimizin piri Av. Bekir Berk’in ‘’Vur, Fakat Dinle’’ feryadı boşuna mıydı? Yasama ve Yürütmenin iptal edildiği, halk egemenliği ve siyasetin rafa kaldırıldığı yerde tek başına Yargı, demirden bir topuza döner.

***

2- TOPLUMSAL ÇÖZÜLME: Özel veya resmi istihbarat kaynakları eşliğinde yazı yazan birisi olmadım hiç. Medyanın karşılıklı istihbarat savaşımına dönüşmüş yeni hali çerçevesinde itidal çağrımızın pek değeri yok. Ne kadar çok polis varmış aramızda, ne çok albay hayret ediyorum!

‘Gerçek’’, oportünist darbeler eşliğinde imha ediliyor. Kim daha çok tahkir ederse karşı tarafı, madalyaya doymuyor...

Bodoslamadan el birliğiyle içine yuvarlandığımız toplumsal kaosu coşkuyla kabartan yaşlısıyla genciyle kalemşorlara bakarken, sanki bir kıyamet provası içinde olduğumuzu zannediyoruz...  

Medya cephelerinin pek de önemsemediği ve dillendirilmeyen bir başka yılgınlığın da içinden geçiyoruz... Herkes kendisi gibi düşünen arkadaşlarıyla oturup kalktığından, karşılıklı öfkeler körüklendiğinden ‘’bizler ve onlar’’ restleşmesi giderek hızını arttırdığından ‘’sokaktaki adam’’ı düşünen kalmadı. Ortadan ikiye kolayca bölünecek elma zannediliyor herhalde gerçek insanlar.

Analar ağlamasın’’ diye yola çıkmıştık. Bugünse maalesef ‘’Babalar’’ bile ağlıyor...

Esnaftan bir Baba, gözleri yaşlara boğularak; ‘’oğlum kapıyı vurdu gitti, ne yapacağız annesiyle şaştık kaldık’’ diye dert yanıyordu dün... Gittiğim konferanslarda anneler derhal başıma üşüşerek çocuklarıyla aralarının açıldığını, kardeşin kardeşe küstüğünü anlatıyor... Az evvel işittim, son tartışmalar yüzünden bir ahbabımızın evladının nişanı atılmış. Oysa aileler çok iyi anlaşıyorlarmış. Son tartışmalardan sonra tat tuz kalmamış aralarında, cayılmış nikahtan... Amcalar yeğenleriyle, hatta karı koca olanlar birbirleriyle küstüler... Küresel meselelerin yanında bunların kıymeti olur mu, altta kalanın canı çıksın dersen olmaz tabii...

‘’Kaybedecek bir şeyimiz yok’’ diyor bir yazar... ‘’Hepinizi sileceğiz’’ diyor diğeri... Sorumsuzluktan çıkıp utanç duyulacak bir raddeye varıyor iş...

Yeter artık!