Yetkililer hanımlarınıza sorun

Çocukluğumdan beri duyduğum laftır, “Devlette duygusallığa yer yoktur”! Bu söz oldukça seküler, oldukça vahşi, oldukça sömürgeci bir söylemdir.

Ne yani, devleti yönetenler göreve gelmeden önce yüreklerini mi söküp çıkarıyorlar. Tabiî ki hayır! Sömürgeci söylem dedim ya, sömürgecilerin sömürdükleri ülkelere atadıkları yöneticiler üzerinden halkın taleplerini bastırmak için kullandıkları argümandır. İnançları doğrultusunda devleti yönetenlerden kararlar bekleyen halkın ağzını kapamaya birebirdir: “Devlette duygusallığa yer yoktur!”

Çok tekrarlandığından bazen bizlerin de ağzından çıkıverir. Lafın nereye gittiğini bilmeden tekrarlar dururuz: “Devlette duygusallığa yer yoktur!”

Niye duygusallığa yer yoktur kardeşim. Bizler hayvandan aşağı yaratıklar mıyız ki, insan olmanın gereği olan duygulardan sıyrılıp devleti yönetelim? 

Oysaki sömürgeciler oldukça duygusaldır. Kendi değerleri (=duyguları) için işgal ederler, yakıp yıkarlar, gökten bilmem kaç ton bombayla kundaktaki bebeleri paramparça ederler. “Kundaktaki bebeyi katlettiğiniz” dediğinizde, size uluslararası ilişkilerde duygusallığa gerek olmadığını, ‘mevzunun’ istatistiğe girdiğini bilmiş bilmiş söylerler.

Daha 4 ay önce 15 Temmuz gecesi Müslüman Anadolu halkı bombalandı, tanklarla ezildi ama Batı için yaşananların hiçbir anlamı yoktu. Soluk benizleriyle, ifâdesiz bön suratlarıyla yüzümüze bakıp “Var biz anlamamak” dediler! Yalan olmasın, hesaplarının tutmamalarından dolayı sıfatlarında bir şaşkınlık, bir öfke vardı. Yani, çıkarlarının bozulmasından dolayı duygularını saklayamadılar. Duygular karıştı uluslararası ilişkilere!..

İşgalci haydut çetesini biliyorsunuz. Evet, İsrail’den bahsediyorum. Çete mensuplarından birinin kazayla burnu kanasa ortalığı ateşe veriyorlar. Batı bu çete mevzusunda oldukça duygusal! Mevzubahis İsrail olunca Batı’nın aklı dimağı durup duygular tavan yapıyor.

İşte bu çete, işgal ettiği Filistin’deki kardeşlerimize yardım götürmek için yola çıkan Mavi Marmara gemisine 2010 senesinde uluslararası sularda, her zaman yaptığı üzere hukuku çiğneyerek saldırdı. 9 kardeşimiz şehid oldu, onlarcası da yaralandı.

Türkiye’de, FETÖ mensubu hâkim ve savcıların engellemesi sebebiyle İsrail aleyhine dava açmak zor oldu. Dava açıldı ve mezkûr çete liderleri yargılanmasına başlandı. Davadan hayırlı bir netice alacağımızdan ümitliydik. Lâkin 15 Temmuz öncesi yapılan anlaşmayla hukukî süreç İsrail adlı çetenin lehine döndü.

Devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti istediği devlet veya çeteyle anlaşma yapabilir ama bu anlaşma benim haklarımdan feragat etme noktasında olamaz. Bana, “Al şu parayı hakkını arama” da denemez. Burası çeteme ki, hukuk askıya alınıp mahkemenin bitirilmesi için baskı yapılıyor. İsrail zaviyesinden mâkul olan bizim için nasıl mâkul olabilir. TC, bir hukuk devleti değil mi!..

Son celsede yaşanan rezaleti sorumluluğu kime aittir! Oldubittiyle mahkemeyi sonlandırmak için 12 saat boyunca hiç ara verilmemesi, insanların en temel ihtiyaçlarının giderilmesine müsaade edilmemesi… Rezalet üstüne rezalet!

Ülkede yaprak düşse Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bilindiğinden, bu rezalete yol açanlar da bu rahatlıkla işlerini yürütüyorlar. “İsrail’le anlaşmak zorundayız, Erdoğan ülkeyi uçuruma sürüklüyor” diyenlerle “Gördünüz mü, İsrail’le anlaşmak uğruna halkını sattı” diyenler aynı mihrak. Mavi Marmara davasında yaşanan rezalet, Sayın Erdoğan’ı halk nazarında da yalnızlaştırmanın bir parçasıdır.

İsrail çetesi tarafından kocası şehid edilen Çiğdem Topçu mahkeme heyetine sorduğu şu soruyu ben devlet yöneticilerine yöneltiyorum: “Hâkim Bey, Akşam eve gidince eşinize ve çocuklarınıza sorun, beni İsrail öldürürse kanım için kaç paraya davamdan vazgeçersiniz, evladınıza ve karınıza sorun size ne cevap verecekler…”

Çok mu duygusal buldunuz, bence hiç de değil. Oldukça gerçekçi bir soru!..