Yıldıray Oğur: Mutabakat tamam, Kandil tabanın gazını alıyor



Oğur: Savaş kararını Kandil verebilir ama barış kararını sadece Öcalan verir. PKK’dan gelen resmi açıklamalarda Öcalan’ın yürüttüğü müzakerelere tam destek var. Diğer sesler kamuoylarının gazlarını almaya yönelik.


Yeni yılla birlikte alenileşen ve hızlanan İmralı sürecinde neredeyiz?


PKK silah bırakıp sınır dışına çıkacak mı, akan kan duracak mı, suça bulaşmamış PKK’lılar analarına kavuşacak mı, Türkiye yeni bir hukuka, sulha varacak mı? MİT ile Öcalan arasında varılan mutabakat, yol kazaları olmadan, uhuletle ve suhuletle uygulanabilecek mi?


Yolun üzerinde pek çok belirsizlikler, engeller olsa da yolda olduğumuz ve kararlılıkla yol aldığımız kesin. Tünelin ucundaki ışığın giderek büyüdüğü de.


O ışığı en karanlık günlerde bile görenlerden biri de gazeteci-yazar Yıldıray Oğur.


Kurulduğu günden itibaren Taraf gazetesinde yazı işleri müdürlüğü ve yazarlık yapan Oğur, Kürt meselesinin çözümü başta olmak üzere belli konularda gazete yönetimiyle ters düştü ve geçen Ağustos’ta yazı işlerindeki görevini bıraktı ama Manisfestom adlı köşesinde yazmayı sürdürüyor. Süreci yakından takip ediyor. Halen doktora tezi ve bir kitap üzerinde çalışan Oğur'un Ey Özgürlük adında yayınlanmış bir kitabı var. Ayrıca, Genç Siviller'in kurucularından.  


İmralı sürecinin çok kolay neticeleneceğini kimse düşünmüyordu, teknik, pratik zorluklar dışında belli yerlerden gelebilecek sabotajlar da hesap ediliyordu ama yine de süreç çok mu sert başladı?


100 yıllık bir meselenin, 30 yıllık bir çatışmanın sonuna bu kez ne kadar yaklaştığımızı gösteriyor bu sert müdahale. Türkiye 1984’ten beri PKK’yla savaşıyor. 1991’den beri de PKK’yla barışmaya çalışıyor. Türkiye’nin PKK ile temaslarının 20. yıldönümündeyiz. Bilebildiğimiz 4. görüşme süreci bu. Paris’teki cinayetin 30 yıllık PKK-Türkiye çatışma tarihinde bir benzeri yok. Bu cinayeti yapanların telaşı ve Avrupa’nın ortasında üç silahsız kadını başlarından infaz ederkenki gözü karalığı bize İmralı’daki görüşmelerden bu 30 yıllık savaşı bitirecek bir sonuç çıkmakta olduğunu anlatıyor. Bir de bu süreçte Türkler ve Kürtler dışında başka aktörlerinin de olduğunu.


İÇ İNFAZ DEĞİL ÇÜNKÜ ÖLDÜRÜLENLER “KONTRA UNSUR” DEĞİL


Sakine Cansız PKK’nın kurucularından. İki kadın daha öldürüldü ama asıl hedefin Sakine Cansız olduğu ortada. Bunun özel bir anlamı olmalı. Örgüt içi infaz olabilir mi?


Öldürülenlerden Sakine Cansız PKK’nın hayatta olan iki kadın kurucusundan biri. PKK’nın Ulusal Meclisi KNK’nın yöneticisi, Avrupa’daki en kıdemli PKK yöneticisi. 1998 ateşkesinde Avrupa’da devletle görüşen, Oslo sürecinde bulunan, PKK’nın siyasallaşmasında etkin rol oynaması beklenen bir isim olduğu söyleniyor. Öcalan’a Önderlik değil, Abdullah arkadaş diyen ilk kuşaktan. Bu yüzden zaman zaman Öcalan’a itiraz da etmiş ama ona hep bağlı kalmış bu vasfıyla da aslında PKK’daki bütün kanatların, PKK’dan Öcalan’la sürtüşerek ayrılmış bütün grupların da saygı duyduğu, onların hepsi üzerinde etkili olabilen bir isim. Diğer isimlerden biri aktif bir KCK yöneticisi. Yani hiçbiri PKK’nın iç infaz tarihindeki onların terminolojisiyle “kontra unsur” değil. Bu iç infaz tezi o yüzden fazla ezbere geliyor bana.


PKK’NIN VE ÖCALAN’IN DUYGULARI HEDEF ALINDI


Hedef neydi sizce?


Bence bu, duyguları hedef alan bir saldırıydı. O yüzden sembolik yönü ağır basıyor. Avrupa’nın ortasında yapıldı. Öldürülenler biri Öcalan’ın çok yakın bir arkadaşı. Üçü de silahsız kadınlar. Başlarına üçer dörder adet kurşun sıkılarak vahşice öldürülüyorlar. Amacın infial yaratmak ve barışı görüşen taraflarda, özellikle de “Türkler bizi yine kandırıyor” psikolojisinin her an egemen olabileceği Kürt cephesinde, özellikle de onun en şahin kanadı olan diaspora Kürtlerinin duygularını hedef alan bir saldırı.


İkinci olarak yakın bir dostunun karanlık bir cinayetle öldürülmesiyle masada oturan Öcalan’ın duyguları da hedef alınmış olabilir. Ama esas mesaj sanki dağdakilere veriliyor. Başbakan’ın bile açıkça liderler için Avrupa’yı telaffuz etmesinden günler sonra Kandil’dekilere söylenen şu: Silahını bırakırsan bir hiçsin, dağdan inersen, Paris’in ortasında bile güvende olamazsın.


ARINÇ’IN ÜZÜLECEĞİNİ HESAP ETMEMİŞLERDİR


Suikastı yapanlar emellerine ulaşabilecek mi ne dersiniz?


Bu olayla ilgili bir PKK’lı ya da bir Türk tetikçinin yakalanması gerçeği değiştirmez. Bu saldırının hedefi, sonucun eşiğine gelen müzakereler. Bu suikastın İmralı’daki görüşmeleri hedeflediğini günlerdir hem PKK, hem de hükümet deklere ediyor. Arınç’ın bu cinayetlerden dolayı üzüntü bildireceğini herhalde bu suikastı yapanlar hesap edemedi. Bu ortak tepki bu operasyonu boşa çıkaracak.


İLK ADIMI HÜKÜMET ATTI


Bu sürecin en temel sorularından biri, Öcalan’ın iradesinin örgüte silah bıraktırmaya yetip yetmeyeceği, örgüt liderlerinin önderliğe ram olup olmayacağı. Sivil kanattaki Tuğluk ve Demirtaş yaptıkları açıklamalarda KCK ve DTK’nın sürece dahil edilmesi gerektiğini söylediler. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?


Bugüne kadar yürütülen müzakere süreçlerini bitiren iki temel korku var zaten. Türk tarafında bölünme, beka korkusu. PKK da ise tasfiye endişesi. Kürtlerin kolektif hafızasında devletle müzakere deyince pek iyi şeyler akla gelmiyor. Seyit Rıza o ünlü “Ben sizin oyunlarınızla baş edemedim bu bana dert oldu” sözünü niye söylüyor? Çünkü devlet onu da görüşmek üzere çağırdı, sonra tutuklayıp idam etti. Öcalan 1999’da yakalanmasına rağmen devletle 98’de yaptığı ateşkes anlaşmasının arkasında durdu. Daha da ileri gidip silahlı mücadeleye son kararı verdirdi, PKK’yı sınır dışına çekti. Hatta kötü itibarı yüzünden PKK’nın adını KADEK diye değiştirdi. 1998’den 2004’e kadar ateşkes sürdü. Ama devlet ne yaptı. O altı yılda Kürt bile diyemedi, bu fırsatı heba etti. 2005’te AK Parti Ankara’da mevziler kazanınca devreye girdi, Zana’yı tahliye etti ama iş işten geçmişti. Ama bu süreçte ilk adımları hükümet attı. Kimse farkında değil ama hükümet Anayasada vatandaşlık tanımına dair Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını açıkça taahhüt etti, Avrupa Yerel Yönetim şartına çekincenin kaldırılması sinyalini verdi. Bu çok önemli bir adım. Çünkü Diyarbakır’da ilan edilip, akşam uçağıyla Ankara’ya dönülen heyhula bir demokratik özerklikten PKK, bir yıl önce “Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı yeterli olur”a gerilemişti. Anadilde kamu hizmeti, savunma, seçmeli ders vaatleri ve icraatları, son olarak da 4. Yargı Paketi’nde terör suçuna şiddet şartı getirecek düzenleme süreci başlatan adımlar oldu.


ULUSALCI TÜRKLER ANİDEN KÜRT DOSTU OLUVERDİ


AK Parti hükümetinin çözüm için sarf ettiği çabayı samimiyetsiz bulanlar da var, verimsiz bulanlar da. Haklılık payı nedir sizce bu değerlendirmelerin?


Herkesin şunu bilmesi gerekir. Bu sorun ÖDP iktidarında çözülmeyecekti, tabii ki Türklerin de güvendiği, iki kişiden birinin oyunu almış büyük dindar seçmeni elinde tutan bir parti tarafından çözülecekti. Öyle de oluyor. Türkiye’de AKP muhalifi bir kesim Genelkurmay’ın boşalttığı ana muhalefet koltuğunu Kandil’le doldurmaya çalıştı, bilerek, bilmeyerek. Bütün yığınakları AKP’ye karşı en dirençli kalan Kürt cephesine yaptılar o yüzden. Zaten Türk soluyla Kürt solu kuzen olduğu için geçişler zor olmadı. Bir zamanların ulusalcı isimleri, Türk sorunu çıkar diye parmak sallayanlar bir anda Kürt dostu olup çıkıverdi. Dert Kürt meselesi değil, AKP’yi yıkmak olunca hiçbir adım da görülmedi. Halbuki demokrasinin beşiği İngiltere’nin Başbakanı Major “IRA ile görüşmenin fikri bile midemi bulandırıyor” demişken (O sırada IRA ile görüşmelerine rağmen) Erdoğan açıkça gerekirse İmralı ile görüşülebileceğini söyleme cesaretini göstererek seçimlere gitti. Maalesef Türkiye’de sol, liberallerin bir kısmı ve Kürt hareketi laik fabrika ayarlarına yenik düşüp bu süreci yanlış okudu. Şunu anlamadılar: Bir liderin kendi etnik sorununu çözmek için ille de Vaclav Havel olmasına gerek yok, Sudan’ın soykırım suçundan aranan lideri El Beşir Güney Sudan meselesini referandumla, sulhla çözdü.


AKP VE ERDOĞAN FOBİKLER TARİHİ ISKALIYOR


Devletin-hükümetin terörü sonlandırma konusundaki iradesi net. Ve fakat bütün bu kararlılık ve çaba sadece Başbakan’la kısıtlıymış, hatta süreç içinde yaşanan gelgitler onun “kaprisleriymiş” gibi görenler de var. Başbakan’ın kişisel duygularıyla ilgisi ne bunun? 


Erdoğan Kastamonu’da suikast girişimi atlattı, Habur’da, Silvan’da hayal kırıklığına uğradı, Kumrular’da yanı başında katliam yapıldı, müsteşarı şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldı ama yine de müzakere masasından kalkmadı. Tarih bence bunu böyle yazacak. Bunu sadece AKP ve Erdoğan fobiyle görmek istemeyenler bu tarihi dönüm noktasını fena ıskalamış olur. Türkiye sadece Kürt sorununu çözmüyor. Türkler ve Kürtler yüzyıl sonra bu bölgede müttefik haline geliyorlar. Yarın Maliki Barzani’ye saldırsa Türkiye ve PKK aynı cephede yer alacak neredeyse.


ÖCALAN SİLAH DEVRİNİN BİTTİĞİNİ GÖRÜYOR


Hükümetin çözüm için attığı adımlar sayesinde Kürt meselesinde mesafe alındı ama bu sürecin PKK tarafında yansıması bilakis aksi oldu, Öcalan’ın altının boşaltılması gibi bir durum da doğdu. Sizce ne oldu, 13 yıllık hapis hayatı, dış dünyadan kısmi izolasyon, bu sürede dünyanın Türkiye’nin bölgenin ve PKK’nın geçirdiği değişimi doğru okuyup okuyamaması gibi nedenlerle Öcalan’ın çok da doğru kararlar alamayacağı ve PKK’yı da doğru yönetemeyeceği şüpheleri mi doğdu örgütte?


Mandela 27 yıl hapiste yattıktan sonra salim bir kafayla barış görüşmelerini yaptı ve devlet başkanı oldu. Bence Öcalan’ın en büyük farkı dışardan bakabilmesi, uluslararası aktörlerin etkisinden uzakta durum değerlendirmesi yapabilmesi. Kandil’dekiler Esed’le, İran’la küçük örgütsel kazanımlar peşinde koşarken, Öcalan Müslüman Kardeşlerin demokrasi istediği, Hamas’ın değişmeye çalıştığı, Kürt Hizbullahı’nın partileştiği soğuk savaşın bittiği yeni Ortadoğu’da silahlı mücadelenin devrinin geçtiğini görüyor.


BARIŞ KARARINI SADECE ÖCALAN VERİR


Örgütün diğer aktörleri silah bırakmak istemezlerse yahut silahları kendi istedikleri koşullar yerine getirilmeden bırakmamak kararlılığında olurlarsa bu işin sonu nereye varır? Öcalan’ı fikren fiilen tasfiye etmek bir seçenek midir onlar için?


Genelkurmay Başkanı Başbuğ PKK’yı beş kez yendik demişti bir seferinde. Bu demektir ki PKK dört kez yeniden kuruldu. Peki bu enerjisinin kaynağı ne? Biri çözülemeyen Kürt sorunu tabii. Diğeri de bir birleştirici güç olarak Öcalan kültünün varlığı. Kimse Karayılan’ın, yaşasın barış oldu diye Türk bayraklarıyla Kandil’de tur atmasını beklemiyor herhalde. Kendi kamuoylarının gazını alma, konuşmaları yapıyorlar. Ama PKK’dan gelen tüm resmi açıklamalarda Öcalan’ın yürüttüğü müzakerelere tam destek var. Unutmayalım bu Kandil, 1999’da Öcalan yakalandıktan sonra yaptığı ateşkes, çözüm açıklamaları üzerine “Önderliğe ilaç içerdiler” diye resmi açıklama yapmış bir Kandil. Savaş kararını PKK verebilir ama barış kararını sadece Öcalan verir.


PKK’YA BARIŞMA SAVAŞ DİYEN İRAN’DIR


PKK’nın uzun ömrünün bir nedeni de bölgesel koşulların elverişliliğiydi ve hala öyle… PKK’nın mevcut stratejinde kimin etkisini görüyorsunuz? Suriye ve İran mıdır PKK’ya ümit veren, barışma savaş diyen?


Uluslararası bağlantıları olmayan dünyada hiçbir silahlı örgüt yok ki. IRA’nın arkasında ABD, ETA’nın arkasında Fransa, Morolu militanların arkasında Malezya vardı. Çünkü bu örgütlerin hiçbiri sadece silahlı örgüt değiller. PKK’yı sadece silahlı bir örgüt olarak düşünürsek yanılırız. Öyle olsa devletler onlarla niye görüşsün, karakol basmasınlar diye mi? Devlet silahlı mafyatik gruplarla görüşüyor mu? PKK tabii ki aynı zamanda bir toplumsal hareket. BDP’nin milyonlarca oyu Demirtaş’ın karizmasına değil PKK’ya veriliyor. O yüzden Fransa’da Cumhurbaşkanı Hollande oradaki PKK’nın sivil uzantılarıyla sık sık görüşebiliyor. Çünkü o büro aynı zamanda Fransa’da yaşayan on binlerce Kürdün de temsilcisi. PKK bu uluslararası konjonktür içinde kendine alanlar açmaya çalışıyor. PKK silahta ısrar ederek batıdaki popülaritesini epeyce kaybetmiş bir örgüt. Ama hala karşılıklı çıkar çerçevesinde uluslararası aktörlerle dans ediyor.19 yıl Şam’da yaşadı Öcalan unutmayalım. ABD’nin Irak’a müdahalesiyle Kandil’e yerleşti, Suriye’deki krizle kendine bağımsız alan buldu. Suriye krizinin başlamasından bu yana en belirleyici rol İran’ın. PKK, yakalanan militanlarının idam edilmemesi şartıyla İran’daki silahlı mücadelesini bitirdi. Adımlar atmaya çalışan Türkiye’de bitiremiyor bir türlü. İran’daki Kürtlerin hakları ne olacak? Bunda bir tuhaflık var. İran’daki PEJAK militanlarını da Türkiye’ye çekti. Geçen yaz pek çok eylemin altında Pejaklıların imzası vardı. Bir ara İran’ın Karayılan’ı yakaladığı haberleri boşu boşuna çıkmadı. İran, Suriye meselesinde açıktan karşısına almadığı Türkiye’yi PKK’yla korkutuyor. İran ilk kez dış politikasını silahlı örgütler üzerinden inşa ediyor değil ki buna kuşkuyla bakılıyor. Bir üst düzey yetkili bir toplantıda gazetecilere Baas’ın Suriye’nin Kürt bölgelerini PYD’ye bırakma fikrinin arkasında İran olduğunu açıkça söylemişti.


MUTABAKAT TAMAM SIRA DETAYLARDA


Süreç nasıl gelişir sizce? Mayıs’tan önce mutabakat sağlanabilir deniyor?


Mutabakat sağlandı o yüzden duyduk. Şimdi ayrıntılar konuşulacak. Dünyanın her yerinde böyle barış görüşmelerinde esas zor olan fikren mutabakata varmaktır. Sonraki süreç hızlıca ilerler.


Devlet Öcalan’la Kürt meselesinin toprak bütünlüğü içinde Türkiye’nin demokratikleştirilmesi sürecinde çözülmesi ve PKK’nın silahlı mücadeleye son verip sınır dışına çekilmesi konusunda anlaşmaya vardı. Ama esas sınav daha sonra başlayacak hepimiz için. Biz yüzleşmeyi beceremeyen bir toplumuz, tıpkı İspanyollar gibi. Onlar iç savaşlarının ardından demokrasiye geçerken yüzleşme yerine unutmayı tercih etti, biz de öyle yapacağız herhalde. Unutup, yeni bir sayfa açacağız. Yoksa bir hesaplaşmaya başlarsak kimse karlı çıkmaz bu işten.


ZORUN ROLÜNE O İNANDIRDI, O BİTİREBİLİR


Türkiye Kürt meselesinin çözümü konusunda hiç de öyle bir arpa boyu falan denemeyecek önemli bir mesafe kat etti ve fakat neredeyse bütün bu süreçte PKK’nın terörü de, söylemi de şiddetini hiç düşürmedi. Neden?


ETA’nın siyasi kanadı Heri Batasuna, ETA silah bırakmasına rağmen aylarca İspanya’ya tehditler savundu. Sonra ne oldu? Batasuna kendini lağvetti. Yeniden inşa kararı aldı. PKK’yı zannedildiği gibi Diyarbakır Cezaevi’nden çıkanlar kurmadı. PKK 70’lerin Dev Sol’u gibi devrimci şiddete ideolojik olarak inanan insanlar tarafından Kürdistan’da devrim yapmak için kuruldu. O yüzden de arada eski model Devrimci Halk Savaşı teorileri sandıklardan çıkıyor. PKK bunca vekile, belediyeye, sivil toplum örgütüne, milyonlarca halk desteğine rağmen silahın gücüne inanıyor. Bu ancak Öcalan’ın bitirebileceği bir inanç. Çünkü Kürdistan’da Zorun Rolü kitabıyla bunu aşılayan o. Meşru savunma diye daha sonra bu teoriyi revize eden de o. Sıra geldi silahlı mücadelenin sonunu deklere etmesine. Bu işi o başlattı, ancak o bitirebilir.


İMRALI-KANDİL ARASINDA TASFİYE KORKUSU


Biraz geri dönelim. Oslo süreci sert bir şekilde kesilmişti. Kamuoyunun gördüğü nedenler malum ama hala açıklanamayan, çok da anlam verilemeyen durumlar var. Sizce ne oldu o süreçte?


Bilinenin aksine 2005’de Ankara’da başlayan, sonra Oslo görüşmeleri olarak devam eden, sesini duyduğumuz PKK liderleriyle yürütülen görüşme sürecini 2010’un Mayısında Öcalan, “bu bana karşı bir komplo, tasfiye ediliyorum” diyerek bitirdi ve yeniden savaş kararı aldı. Ardından devlet bu kez doğrudan İmralı’yla görüşmeye başladı. Silvan’la sonuçlanan o görüşmeleri bitiren de bu kez Kandil’dekilerin “tasfiye mi ediliyoruz” korkusu oldu. Aslında 1990’lardan itibaren Türkiye siyasi tarihi PKK ile yürütülen gizli görüşmeler düşünülmeden anlaşılamaz.


Ne gibi?


Mesela 1998 yazında Demirel’in son anda nikah şahidi olduğu Ağar’ın düğününe gitmekten vazgeçmesiyle bundan birkaç ay sonra Öcalan’ın açıkladığı ateşkes arasında bir ilgi var desem kaç kişi inanır? Son seçimlerden önce YSK’nın BDP’li vekillere getirdiği yasak neredeyse mahkemelerden zorla karar çıkarılarak çözüldü. PKK ateşkes ilan etti, bir hafta sonra kelepçe fotoğraflı KCK operasyonu yapıldı. Karayılan, ateşkesi daha uzun süre uzatmaktan, bir gazetede çıkan ve sonra bizzat Başbakan’ın yalanladığı Kuzey Irak’ta tampon bölge haberi yüzünden vazgeçti. Yani buraya kolay gelinmedi. Barışın çok düşmanı az dostu oldu hep.


ZANA ÖCALAN İLE GÖRÜŞTÜ ÖYLE KONUŞTU


Habur’un yol kazasına, Oslo’nun bir operasyona uğramasının ardından çözüme ilişkin ümitlerin çok zayıfladığı, çatışmaların arttığı bir dönemde Kürt siyasi hareketinin en etkin isimlerinden Leyla Zana çıktı ve “Bu meseleyi Başbakan Erdoğan çözer, ona yardım etmeliyiz” dedi. Zana’ya bunu dedirten neydi?


Çünkü bugün yaşadığımız süreç aslında geçen Haziran’da başlayacaktı. Fakat İran operasyonuyla Esed Kürt bölgeleri PYD’ye bırakınca, PKK tarihinde Kandil’den sonra ilk kez bir toprak parçasına sahip olmanın heyecanıyla Şemdinli’yi kurtarma operasyonlarına başladı. Sonra da biliyorsunuz Türk medyasının en ulusalcı isimleri bir anda Suriye’de belirip “Kürdistan kuruluyor” haberleri geçmeye başladılar. Kemalistler, solcular gün aşırı büyük bir heyecanla, Şemdinli gitti gidiyor propagandası yaptılar. Leyla Zana’nın hem de Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni’ne açıklama yapması aslında Haziran sürecinin startıydı. O sırada Riccardone de görüşmeleri teyit eden sözler söylemişti. Elimde somut bir bilgi yok ama Zana’nın, bir Kürt siyasetçi için epeyce cesur olan açıklamayı İmralı’yla görüşmeden yapmadığını düşünüyorum. Bir gün İmralı koster kayıtları açıklanırsa öğreniriz. Oslo sürecinde MİT’in İmralı-Kandil arası mektup taşıdığı düşünülürse “Öcalan bizimle de görüşsün” diyen Kandil’dekilere pek inanasım gelmiyor. Öcalan, herhalde geri çekilme kararı için Karayılan’la Ahmet Türk üzerinden haberleşmedi. Muhakkak Öcalan bir yerde bir telefon bulmuş ve Karayılan’a mutlaka bir alo demiştir.