Yine 24 Nisan yine Türkiye’yi germe siyaseti

Her yıl 24 Nisan arefesinde, dünyanın tek taraflı olarak Türkiye’yi baskı altına alma çabasının şahidiyiz. Bu durum dolayısıyla Türkiye’nin de gerildiğine tanık olmaktayız.

Türkiye’nin yıllardır bu konuya sıradan olay olarak bakması, sonuç itibarıyla Ermeni diasporasının hedefine yaklaşmasına çanak bile tuttu.

Türkiye’nin yıllardır bu olayı, üzerinde fazla durulması gereken durum olarak görmediği aşikardır. Bu durum Ermenistan ve destekçilerinin başarılı olmasında oldukça önemli rol oynadı.

Oysa bu konuda Türkiye’nin elinde ciddi veriler bulunuyor. Bu veriler, sadece haklılığı ispat eden tarih ve arşivlerden ibaret değil. Türkiye, Azerbaycan’ı katarak da argümanlarını geliştirmelidir.

Sözde Ermeni soykırımını dile getiren güçlere karşı,  90’ların başında Azerbaycan’ın Karabağ topraklarında gerçekleşen vahşetin, “Hocalı” gibi benzeri olmayan soykırımın tüm verileri sunulmalıdır. Bu durumda Azerbaycan’ı da bu büyük davanın ortağı etme konusunda daha stratejik planlar üretilmelidir.

Diğer yandan Balkanlardaki Boşnak soykırımı meselesi de davanın esas merkezine koyularak, dünyada bu durumu taktik olarak kullanmak isteyenlere karşı argüman olarak sunulmalıdır.

Bu durumda Türkiye, başta Azerbaycan olmak üzere bütün kültür coğrafyası ülkelerini de söz konusu davanın merkezine çekmelidir.

Görünen odur ki, bu konuda bizzat Azerbaycan bayağı aktiftir  ve devletin adımları bu niteliktedir.

Türkiye’nin bu konuya basit olay olarak bakmamasında fayda vardır. Ayrıca Türkiye’deki bazı aydınların Ermenilerden özür dileme çabalarını anlamak zor değil.  Türkiye’nin içerisindeki bu tarz liberal yaklaşım sahiplerinin dünyadaki ortaklarından daha demokrat, daha liberal oldukları yönünde mesajlar vermeleri, Roma’daki Papa’dan daha fazla Katoliklik gösterisinden başka bir şey değil.

Osmanlı tarihinin tüm verileri ortadayken ve arşivlerdeki gerçekler ortadayken, bu davanın siyasi nitelik taşımasının tek nedeni vardır. O da sözde soykırım iddiasının “önemli koz” olduğu gerçeğidir.

Zaten yıllardır bu davayı sürdürenler meselenin asıl mahiyetini bilmektedir ancak dünyanın bu mentalitesini iyi şekilde kullanma yeteneğine sahip diasporanın bu durumu iyi tahlil ettiği de bir gerçektir.

Her sene Nisan’da “biz yapmadık”, onlar ise “yaptınız” diye çığlık atıyor. Ve nedense Türkiye, hep savunma politikasını benimsiyor.

***

Türkiye gibi bir devletin bu hikayeyi tüm gerçekleriyle anlatacak uluslararası çapta sinema filmine ihtiyaç vardır. Bunun için devletin özel sektöre sipariş vermesi  anlamlı olur. Dizi ve sinema sektöründe önemli başarılara imza atan Türkiye’nin bu enstrümandan iyice istifade etmesi gerekiyor. Hocalı katliamını konu eden dizi veya sinema filminin bir çok konferans ve toplantıdan daha fazla etkisi olacağı konusunda herhalde herkes hemfikirdir.

“Schindler’in Listesi” diye bir sinema filmi vardır. İnsanlar o filmle Nazi Almanyasının Yahudilere ne yaptığını gördü. Veya Mel Gibson’un ‘İsa’nın Çilesi’ ile dünya daha farklı gerçekleri görmüş oldu. Ve bu film ilgi, kavga ve itirazların odağı oldu.

Bu tür projeler devletin girişimiyle önem arzediyor. Bugün dünyadaki savaşların birçoğu bu enstrümanların kullanımıyla gerçekleşiyor. Dünyada öyle ünlü sirketler var ki, bu siparişleri olağanüstü profesyonellikle gerçekleştiriyor. Azerbaycan, Kazakistan gibi kendisiyle kaderini birleştiren ülkeleri de yanına alarak Türkiye, Ermeni yalanlarını bozacak hamleleri geliştirmek zorundadır. Savunmadan hücuma geçme zamanı gelmiştir. “Basit veya konumumuz değil” şeklindeki bakış açısı, maalesef Ermeni diasporasının elini 90 sene içerisinde her geçen gün güçlendirmiştir. Çünkü mesele, Ermeni halkına yapılan sözde zulüm meselesi değil. Mesele her fırsatta Türkiye’ye engel teşkil edecek siyasi argümanları diri tutmaktır. Böyle olduğu için Türkiye de karşı argümanlarını kurgulamalıdır. Azerbaycan’ın Hocalı dramı, Bosna’nın Srebrenitsa soykırımı, Tatarların, Çerkeslerin ve Ahıskalıların yaşadıkları yok olma kaderi tarihte öyle hüzünlü hikayeler yarattı ki... Bütün bunları dünyanın bilmesiyle, hem bu zulme maruz kalan halkların kaderi anlatılmış hem de taarruza geçmek için kullanılacak siyasi argümanlar oluşturulmuş olur.

Türkiye’deki yazar, aydın ve düşünürler şunu iyi anlamalıdır; “bu coğrafyada yaşatılan zulümlerin esas hedefi, eskiden Osmanlı yeni dönemde ise Türkiye idi.” Kafkaslarda, Balkanlarda ve yakın zamanda Karabağ’da gerçekleştirilen soykırımların asıl hedefi daima Türkiye idi. Onun için bu meselede, ortak akıl ve strateji üretilmesi kaçınılmazdır.