Roma İmparatorluğu’nun şiarı buydu: ‘Teslim olun, barış olsun..’
Bu kadar kolay..
‘Pax Romana’, yani, ‘Roma Barışı..’
Bugünkü emperial güçlerin ‘Pax Americana’sı veya ‘Pax Russica’sı da aynı değil mi?
Türkiye bugün de emperial güçlerin aynı taleblerine muhatab olmuyor mu?
Bunun böyle olup olmadığını daha iyi anlamak için, son günlerin ilginç bir-iki gelişmesine değinmek gerekiyor:
Önce Fransa merkezli bir haber sitesi olan (ve Katoliklerin yayın organlarından sayılan) Aleteia’da 20 Eylûl günü yer alan ’Türkiye geri döndü’ (La Turquie est de retour..) başlıklı yazıya değinelim.
Yazıda, ‘Türkiye’nin, -Başkan Erdoğan liderliğinde- yaşamakta olduğu dönüşümün Avrupa ülkeleri tarafından ciddîye alınması gerektiği ‘ kaydedilerek, ‘Türkiye yeniden saygı ve korku uyandırıyor’ deniliyordu.
Yazıda, Türkiye’nin, ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun Akdeniz’deki hakimiyet dönemleriyle yeniden bağ kurduğu ve Avrupa ülkelerinin zayıflıklarına zıt bir kararlılık ve güç gösterdiği’ vurgulanıyor ve ‘Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de stratejik bir amaçla yürüttüğü hidrokarbon arama çalışmalarının, karasularının sınırlandırılmasına ilişkin olarak Türkiye-Yunanistan arasında eskiden beri var olan anlaşmazlığında yeni bir ihtilafa sebebiyet verdiği’ de anlatılıyor ve Fransa’nın, ’Türkiye’nin Akdeniz’deki emellerini yıkmak için’ Yunanistan’ı desteklemeyi tercih ettiği’ne değinilerek, bu ihtilafta Yunanistan tarafını tutmasının yanlışlığına, ‘Türkiye bize savaş açmayacak ve yarın sabah topraklarımızı işgale kalkışmayacak’ şeklinde alaycı bir yaklaşımla karşı çıkılıyordu.
Aleteia sitesindeki yazıda, -özetle-, ‘Türkiye, Erdoğan’ın iktidara gelmesinden bu yana kendi medeniyet ve dinî temellerini yeniden keşfetme, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihî bağlarına yeniden bağlanma çabasında’ olduğu ve ‘Bu haliyle saygı uyandırdığı ve korkuttuğu’ değerlendirmesinde bulunularak şöyle deniliyor:
‘İşte Avrupa kapılarındaki bu büyük ülkeye dair yeni durum: Yüzölçümü, nüfus, medeniyet ve tarih bakımından büyük bir ülke; gururlu, genç ve kalabalık bir halk ile karşı karşıyayız. Kişi başına düşen GSMH iyi seviyede ve borçlanması ölçülü.
Ekonomi, sağlık ve eğitimi bir araya getiren İnsanî Gelişme Endeksi yüksek seviyelerde.. Ve önemli bir askerî güç. Bu büyük ülke, giderek tarihine, kültürüne ve dini İslâm’a bağlı bir güç-medeniyet haline geliyor.. (...) Bugün Avrupa ülkeleri ise, Türkiye’yi güçlü kılan demografi, kültürel ve dinî kimlik ile güç-medeniyet açısından zayıflar..’
Birkaç ay öncesine kadar Almanya’nın Türkiye’deki b. elçiliğini yürüten Martin Erdmann da, ‘Frankfurter Allgemeine Zeitung' (FAZ)’da, Türkiye ile AB arasında süren gerginlikle ilgili olarak, 22 Eylûl günü yayınlanan ‘Türkiye ile (dostça) münasebetimiz nasıl devam eder?’ (Wie umgehen mit der Türkei?’) sorusuna cevaben ilginç bir cümleyle cevap veriliyordu: ‘Erdoğan'ın nefesi kesildiğinde..’ (Wenn Erdogan die Puste ausgeht..)
Evet, bu makaledeki bu temenni başlığı kocaman puntolarla veriliyor ve ‘AB'nin şu ana kadar Türkiye'ye boyun eğdirememesi’ne değinilerek, ‘Avrupa ‘Erdoğan'ın nefesi kesilene' kadar sabırlı ve dikkatli olmalı. O gün geldiğinde Türkiye tekrar 'dostumuz' olacak.’ deniliyordu.
Hedef’in Türkiye’yle dost olmak değil, Türkiye’ye başeğdirmek olduğu açık değil mi?
Erdmann şöyle diyordu:
‘Stratejik dikkat, (bugüne değil) ertesi güne, yani Türkiye'nin mevcut liderliğinin gücünün tükendiği güne odaklanılmalı.
Bunun için bir tarih yok, (…) Ama, o X gününden sonra bile Türkiye, dünyanın en huzursuz bölgelerinden birinde komşumuz, ortağımız ve istikrarın çapası olarak kalacak. (…) Bugünün (gelişmelerinin) sıcağında, Avrupa ile Türkiye arasında uzun vâdeli, müreffeh bir işbirliği için umut ve özlemleri hayal kırıklığına uğratmamalıyız.’
Bu yazıdan bir gün sonra da, Fransa Başkanı Macron, BM. Genel Kurulu’na hitaben, -CoronaVirus’ salgını yüzünden video-konferans usûlüyle- yaptığı konuşmasında, ‘Türkiye'ye saygı duyuyoruz ve onunla diyaloga hazırız. Türkiye'den (de) Avrupa'nın egemenliğine ve uluslararası hukuka saygı göstermesini, Libya ve Suriye'deki eylemlerini açıklığa kavuşturmasını bekliyoruz. Hakaretler etkili değil. Tüm bu sözler ve eylemlerin, devletlerin arasındaki sorumluluğa dayalı ilişkilerde yeri yok.
Biz Avrupalılar, diyaloga hazırız.’ diyordu.
Macron’un bu sözlerine nasıl bakmalı?
İki önemli noktanın altını bilhassa çizmek gerekiyor. Macron, Türkiye, ‘Avrupa’nın egemenliğine /hâkimiyetine’ ve ‘uluslararası hukuka saygı göstermeli’ imiş..
Macron çıkça demek istiyor ki, ‘Erdoğan’dan öncekiler 100 yıla yakın zamadır, Avrupa’nın hâkimiyetini kabul etmişlerdi, uluslararası hukuku da..’
Erdoğan ise, Avrupa tarafından dayatılanlara, ‘Avrupalı efendilerin hâkimiyet hakkıdır’ diye baş eğmeyip, ‘Hayır!’ diyor. Kezâ, 2. Dünya Savaşı sonrasında o savaşın galibi olan 5 devletin bütün dünyaya, ‘Uluslararası hukuk’ diyerek dayattığı zorbalık kurallarını da reddediyor; ‘Dünya 5’ten büyüktür!.’ sözünü hem de BM Genel Kurulu kürsüsünden bütün dünyaya defalarca haykırarak..
Haa bir de, Macron, ‘devletlerarası ilişkilerde hakaret söz ve eylemlerinin etkisi ve yeri yoktur..’ derken, kimin kime hakaretinden söz ediyor dersiniz? Avrupa medyasında son yıllarda Erdoğan aleyhinde yazılan -akıllarınca- aşağılayıcı yazıları veya son olarak Yunan medyasında yazılan şerefsizce ‘sövgü’ sözlerini mi kasdediyor; yoksa, kendilerinin Kıbrıs’a bir Uçak Gemisi göndermesi ve fr. Mirage savaş uçaklarıyla Türkiye’ye karşı gövde gösterisine kalkışmasının da hakaret olduğunu zımnen kabul mânâsında mı, o cümleyi kuruyor?
Öyle gözüküyor ki, Macron, Türkiye’yi aşağılamaya, korkutmaya yönelik tavırlarının da hakaret mânâsında olduğunu zımnen itiraf etmiş oluyor ve onlara itibar edilmemesini istiyor.
Türkiye’ye bu kadar ‘güç ve düşmanlık gösterisi yapıp, ona geri adım attıramayacağını anlayınca; uluslararası ihtilaflarda, dialog ve diplomatik müzakere yolunu devamlı dile getiren Erdoğan Türkiyesi karşısında, Macron’un şimdi arkasına AB’yi de alarak dialog çağrısı yapması ve ardından da, Başkan Erdoğan’la bir tlf. görüşmesi, ilginç değil mi?
İngilizcedeki ‘Might makes right!’ (Güç-kudret, caiz kılar!) sözünü hatırlamanın tam zamanı..
Evet, ‘güçlü’ olacaksın, ama, ‘zorba güçlü’ değil; ‘haklı güçlü’!
Ve, materyalist dünya görüşünün bağlıları anlamakta zorlanır ama; İslâm, haklı olanların güçlü ve güçlü olanların da güçlerini hak ölçüler içinde kullanmasını emrediyor; ve insanın, hak, haysiyet ve hürriyetini koruyabilmesi için sadece Allah’a teslim olmasını, şeytanî güçlerin önünde eğilmemeyi; barışın ancak o zaman mümkün olduğunu öğretiyor; ‘Pax İslamica’yı.. Hiçbir güce değil, sadece Allah’a teslim olmayı..