Yine yeniden MİT krizi mi?

Sorulması gereken pek çok soru var. Ama galiba ilki şu: Türkiye'nin terör ve Kürt sorunu parantezinde köşeye sıkıştırılmasından medet uman, başka bir ifadeyle bu prangadan kurtulmasını istemeyen güç odakları hangileri?

Oslo görüşmelerini sızdıran, ardından 7 Şubat'taki MİT krizini ortaya çıkaran, şimdi de bir benzerini sahaya süren güç odakları kim ya da kimlerse onlar.

Altını çizelim; böyle bir operasyon zincirinin herhangi bir 'yerli' odak eliyle ne planlanması, ne de yürürlüğe konulması mümkün. Hayli sofistike ve tüm ayrıntıları inceden inceye hesap edilmiş bir dizi operasyonla karşı karşıyayız.

Oslo görüşmelerinin deşifre olmasının ardından, meseleyi müzakere-ihanet zincirinde ortaya koymaya çalışanlar, ne söylediklerinin ve neye karşılık geldiklerinin ne kadar farkındalar bilemiyorum. Ancak sonuç itibarıyla Türkiye'nin, belki de en önemli sorununu çözme konusunda elinin zayıfladığı; aynı hamleyi yeniden yapabilmek için güvenlik bürokrasisinden siyasi iradeye kadar geniş bir alanda toparlanmaya ihtiyaç duyduğu da ortada.

Bu aşamada bir başka önemli soru şu: Türkiye'nin süreci yeniden inşa etme yönünde beklenenden daha hızlı adımlar attığı bir dönemde, kim hangi gerekçeyle 7 Şubat benzeri bir operasyona kalkışıyor. Önceki gün ortaya çıkan 'MİT mensuplarına soruşturma izni' tartışmasına bu pencereden bakmakta yarar var.

***

Kürt sorununda en azından çözüme giden yolu açık tutabilmek bile çok ciddi siyasi riskler istiyor. Muhatapların ya da muhatap olma iddiasıyla ortada olanların, siyasetin işini kolaylaştırdıkları da söylenemez.

Bir yanda belki de yakın tarihin en büyük saldırılarını düzenleyen silahlı bir örgüt, diğer yanda bu saldırılara gözünü kapatıp örgütle kucaklaşma sahneleri tezgahlayanlar. Sonrasında hiçbir karşılığı ve değeri olmayan barış çağrıları.

Bu tabloya, tezgaha ve de mücadelenin yanı sıra müzakere etmenizin de önünü tıkamak için yapılan operasyonlara rağmen, siyasi irade bu sorunu çözmek zorunda. Aksi takdirde bir bölge gücü olarak değil, kendisine sorun dayatılan bir ülke olarak yoluna devam etmek zorunda.

'Her iki taraf', 'Türkler ve Kürtler' vb. ayrımları bugüne kadar ciddiye almadım. Bu tür yaklaşımların bir karşılığı olduğuna da inanmıyorum. Bu ülkede Türkler bir taraf, Kürtler bir taraf değil. Sadece Türkiye'nin tarihsel anlamda hangi yönde ilerlediğini ve bu anlamda hepimizin ortak bir kadere sahip olduğumuzu anlamakta güçlük çekenler var.

Bu ortak kader parantezinde sadece Türkiye'de yaşayan Kürtlerin değil, Irak ve Suriye Kürtlerinin de olduğunu kimbilir kaçıncı kez; ama bu kez aynı yönelişle ve kalple birlikte idrak ettiğimiz bayram vesilesiyle hatırlatalım.

***

Bunca uluslararası operasyona maruz kalmak, sağdan soldan binbir türlü tezgahın içine çekilmek; bunlar coğrafyamızın kaderi. Ancak bu çemberi kırabilmenin, aşabilmenin bir tek yolu var. Bu operasyonların neye hizmet ettiğini doğru okumak, daha da önemlisi onların bir parçası ve uzantısı olmaktan uzak durup, mücadele-müzakere denkleminde Türkiye'nin gücünü daha sahici ve derinlikli kılmanın yollarını aramak.

Türkiye'nin önünde terör, Kürt sorunu ve bölgesel sorunların yoğurduğu zor bir yol var. Dün de vardı, bugün de. Bugünün dünden farkı, çözümle ilgili toplumsal beklentinin hala yüksek olması ve buna karşılık verme iradesi olan bir siyasetin varlığı.

Buna sahip çıkmak ve çözüm arayışlarını zenginleştirmek zorundayız. Elbette önce tarafımızı belirlemek kaydıyla!