Yok olup gitmiş bütün toplumların ortak hikâyesinde ‘ahlâkî çöküntü' ve ‘haz maymunluğu' vardır

Okuyucularla Hasbihal...

Pazar günleri, okuyucuların görüş ve tenkidlerine yer vermeye çalıştığımız bir diğer 'Okuyucularla Hasbihal'e daha, sağlık- âfiyet dilekleri ve selâmlarımızla başlıyoruz:

*

*İstanbul'dan Cemal Aydın dostumuzun birkaç tesbitine yer verelim önce: Cemâl Bey, Siyonist İsrail çetesinin başındaki barbar kişinin Amerikan Kongresi'nde yaptığı konuşmanın özetini verdiğim 26 Temmuzlu yazım dolaysıyla memnuniyetini dile getirmiş.

Cemal Bey, bir diğer mesajında da, Eğitim Bakanı Yusuf Tekin Bey'in Fransız okullarının kural tanımazlıkları üzerine yaptığı konuşmaya değiniyor ve Türkiye de, Fransa'da aynı şekilde davranamıyorsa, bize yapılan sömürge muamelesidir.' diyor haklı olarak.

Bir diğer mesajında da, '2024-Paris Olimpic ve Paralimpic Oyunları' çerçevesinde dünyaya yansıyan görüntüler utanç ve dehşet vericiliğine değinerek, tam da, Lût kavminin sapkınlığa düşüp sergiledikleri ve tarihte, Sodom ve Gomore diye anılan sapkınlık ve azgınlıklar diyor.

--Bu sapkınlıkların sonunun da Sodom ve Gomore sapkınlıklarının âkıbetine varacağını bütün ilâhî kitaplar bildiriyor. Evet, ahlâkî bakımdan bu kadar çürümüş toplumlar için, uyanmaları çağrısı yaparız da, onlar o hayvanî haz dalgalanmaları içinden kurtulmak isterler mi?

*Ankara'dan Rahmi Karlıdağ isimli okuyucu diyor ki: 'Suriyeli, Afganlı, Özbekistanlı veya Afrika ülkelerinden gelenler aleyhine yapılan ırkçı saldırıları ve halkın bir kesiminin bu konuda sergiledikleri bu kadar iğrenç yaklaşımları ayıplıyor ve o insanlara bizim toplumumuzda verilen yapılan hakaretleri utanarak karşılıyorum. Dahası, bu alçaklıklar ülkemizin sosyo-ekonomik hayatına da yansımış. Medyada yer alan açıklamalara göre, Türkiye'den Arab ülkelerine yapılan ihracatta, 10 milyar doları bulan bir azalma olmuş. Keza, geçen senenin Ocak-Temmuz ayları arasında Türkiye'ye Arab ülkelerinden gelen turist sayısı da 1 milyar 850 binden fazla iken, bu rakam bu sene aynı aylar arasında 750 binlere düşmüş.

--Evet, bu durum, her yerde olduğu gibi bizdeki ırkçıların da ileri derecede geri zekâlı olduklarının bir göstergesi. Kaldı ki, sadece Almanya'da 4 milyondan fazla Türkiyeli yaşıyor. Onlara da, giderek güçlenen alman ırkçıları, 'Haydi yallah; ülkenize.' dediklerinde bizdeki ırkçılar, bu 4 milyonu aşkın insanların gelmesi karşısında n'apacaklar?

Bu dalga, yarınlarda, Avusturya, Hollanda, Belçika, Fransa, Danimarka ve İskandinav ülkelerine ve hattâ Avustralya'ya da sıçrayacak olsa, oralarda yaşayan kendi vatandaşlarımızın geri gönderilmeleri durumunda 6-7 milyonu olan bir kitle olurlar. Bu insanların 60 sene öncelerdeki anne-babaları, dedeleri oralara iş bulmak için gitmişlerdi. Rızklarını aramak için.

Bizim inancımızda, rızkı veren Allah'tır. Böyleyken, inancımızı mı yitirdik, ne?

*Hollanda'dan ismini vermeyeceğim bir okuyucu da diyor ki, özellikle Diyanet İşleri temsilcileriyle ilgili olarak: 'Ağabey, bizim buralarda, kısaca 'DİTİB' diye anılan Türkiye'nin Diyanet Kurumu'nun temsilcileri, bize hizmet vermek için değil, âdeta tahakküm etmek için gelmiş gibi davranıyorlar. Haklı itirazlarımız veya taleplerimiz olduğunda, 'Biz böyle karar verdik. Buna itaatle mükellefsiniz.' havasındalar. Hani, 'Arkadaşlar, kanunlar, yönetmelikler gereği, bu böyle.' deseler, yine iyi. Ama biz buralarda işçiyiz ya, onlar da orada Türkiye devletini temsil ediyorlar ya. Çoğunun doğru dürüst yabancı dillerinin olmaması da bir ayrı facia. Yani, buradaki resmî makamlarda bizim haklarımızı savunamıyorlar. Daha acı olan şu ki, buradan tatil için Türkiye'ye gittiğimizde, 'Gidelim sıkıntılarımızı Diyanet yetkililerine anlatalım' dediğimizde, birkaç dakika ayırıp bizi lûtfen dinleyenler bile, baştan savıyorlar.

--Bu okuyucunun yazdıklarının benzeri mesajlar, diğer Avrupa ülkelerinden de geliyor. Diyanet'in her kademesindeki insanların, yurt içinde ve dışında kendilerine yapılan eleştirilere, kulak asmaları ve mülayemetle karşılık vermeleri gerekiyor.

*Ankara'dan Yasemin isimli üniversite öğrencisi okuyucuyla ise, dün öğle namazı vaktinde Ayasofya önünde, 'Âbi, siz filan değil misiniz?' demesiyle karşılaştık. Ayasofya önündeki düzenlemelerin aksaklığından söz etti: 'Gördüğünüz gibi, ağabey. Ayasofya'ya namaz kılmak için gelenlere kolaylık olsun diye, namaz ehli olanlarla turistlerin giriş kapıları ayrılmış. Turistler namaz mahalli olmayan bölümleri geziyorlar. Bu doğru.

Ama öğle namazı kılınmaya başladıktan hemen sonra, 'namaz giriş kapısı' önüne, 'temizlik çalışmaları için, giriş, kısa süreli olarak durdurulmuştur.' diye bir tabelâ asılmıştı. Ama o sırada binden fazla insan dışarıda namaz girişi önünde, bir saati bile aşkın bir süre, kızgın güneş altında uzuuun kuyruklar oluşturmuş vaziyette bekletildi. Bu zulümdür. Diyanet mi ilgileniyor, Müftülük mü, her kim ilgileniyorsa, sesimizi duyurun.'

--Evet, bu kardeşimizin şikayet ettiği durumu dün ben de bizzat müşahede ettim ve ortada hiçbir sorumlu yoktu.

Bu gibi konular için de, yukarılardan emirler verilmesi mi beklenmeli?

*