YÖK ve Açıköğretim

Geçen hafta açıköğretim adalet ön lisans programları mezunlarının Dikey Geçiş Sınavıyla (DGS) hukuk fakültelerine geçişte getirilen kısıtlamaya değinmiştim. Yazıma ilişkin çok sayıda olumlu ve olumsuz değerlendirme aldım. Bu da, tartışmayı sürdürmem gerektiğini gösteriyor.

Kararın gerekçesi

Konuyla ilgili YÖK yetkilileriyle de görüştüm. Kararın gerekçesi şu: DGS puanları merkezi sınav ile ön lisans diploma notlarının birleşiminden oluşuyor. Merkezi sınav, tanımı gereği nesnel bir şekilde değerlendirme yapmaya izin veriyor. Ancak sorun, ön lisans diplomalarının hesaplanmasında. Yani açıkça söyleyecek olursak, açıköğretimde çan eğrisi sistemi dolayısıyla kolay not alındığı ve bundan dolayı diploma notlarının haksız şekilde yüzyüze eğitim alan MYO mezunlarından yüksek olduğu iddia ediliyor.

Beni eleştirenler, YÖK’ün açıköğretime ön lisans mezunlarına ilişkin aldığı kararın gerekçesini ihmal ettiğimi düşünüyorlar. Oysa ben gerekçeyi ilkesel düzeyde haksız bulduğum için, karara karşı çıkıyorum. Açıklayayım müsaadenizle.

Kolay not

Açıköğretimde daha kolay not alındığına ilişkin elimizde kapsamlı bir bilimsel veri yok. Keşke YÖK bu konuda bir çalışma yapsa ve kamuoyuyla paylaşsa. Ancak, herkesin bildiği üzere, Anadolu Üniversitesi açıköğretim sınavlarında ciddi sorunlar var. Örneğin, önceki yılların sorularının bir kısmı aynen yeniden soruluyor. Bu da, gerçekten kimin çalışıp çalışmadığını ayırt etmeyi zorlaştırıyor. Uzatmadan diyelim ki, açıköğretimde kolay not alınıyor. O zaman böyle bir sorunun çözümü, açıköğretim mezunlarına kısıtlama yapmak değil, açıköğretim programlarının kalitesini artırmaktır. 

Bu programların kalitesini sağlamak ise Anadolu Üniversitesinin görevi. Yani, halen okuyan veya daha önce açıköğretimden mezun olanlara yönelik bir kısıtlama yapılmamalıdır. Bunun yerine, YÖK, Anadolu Üniversitesi açıköğretim sisteminin kalitesini masaya yatırmalıdır.

Dahası, şayet yüz yüze programlar ile açıköğretim arasında bir ayrım yapacaksak, o zaman yüz yüze programlar arasında da bir ayrıma gitmek gerekir. Yani bazı okullarda daha kolay not alınıyor, bazılarında daha zor alınıyor denebilir. Bu durumda ise yıllarca üniversite girişte uygulanan türden bir ağırlıklandırmaya gitmek gerekir ki, ağırlıklandırmanın da adaletli bir sistem olduğu asla savunulamaz! 

Çünkü ağırlıklandırma, merkezi sınavda daha başarılı olan okullardan mezun olanları ödüllendiren ve dolayısıyla daha az başarılı okullardan mezun olanları cezalandıran bir sistem. Yani merkezi sınavda daha yüksek not alan okulların mezunları, bireysel olarak başarısız olsalar bile, daha yüksek not alacaklar. Öte yandan, merkezi sınavda düşük not alan okulların mezunları, bireysel olarak başarılı olsalar bile, daha düşük not alacaklar. Oysa bizim ihtiyacımız olan sistem, bireysel başarıyı ve liyakati esas alan bir sistem.

Çözüm

Yasal olarak eşit olan programlar arasında herhangi bir ayrım yapılması, sorunludur. Dolayısıyla açıköğretim ile yüz yüze programlar arasında veya yüz yüze programların kendi aralarında bir ayrım yapılması sakıncalıdır.

Bununla birlikte, ilkesel olarak, eğitim kademeleri arasında geçişlerde diploma notlarının kullanılması doğrudur. Zaten dünyada bu konuda yapılan bilimsel çalışmalar da, çok sayıda sınav ve dersin sonucunda uzun bir sürede ortaya çıkan genel not ortalamasının, öğrencinin performansını değerlendirmede önemli bir ölçüt olduğunu ortaya koymuştur. Türkiye’de de liseden üniversiteye, ön lisanstan lisansa, lisanstan yüksek lisansa geçerken notların kullanılmasının faydalı olduğunu düşünüyorum.

Bununla birlikte, notlara ilişkin sistematik bir sorun söz konusu ise şayet, bu durumda yapılması gereken şey, not verme süreçlerinin gözden geçirilmesidir. Bu çerçevede, okul notları arasında uyumlaştırma ve nesnelleştirme çalışmaları yapılabilir. Her halükarda, okul notlarının hiç hesaba katılmadığı, tamamen merkezi sınava dayalı bir değerlendirme kesinlikle eksik olur diye düşünüyorum.