Yoksa zannettiğimiz kadar iyi değil miyiz?

Suriye’li anne Emani 20 yaşında başı taşla ezilerek katledildi.

10 aylık oğlu annesinin başı ezilirken sessiz sedasız sırasını bekledi.

Karnındaki 9 aylık bebek ise henüz doğmamış olmakla kurtuldu başı ezilerek öldürülmekten. Annesinin karnında sessizce duruverdi minik kalbi.

***

Cenaze namazını kıldırırken gözyaşlarını tutamayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez Hoca şöyle diyordu : “Bize ne oldu ki vicdanımıza ve merhametimize sığınan bebeğin katili olduk.

Uzun uzun düşündüm bu cümle üzerine.

Biz iyiliğimizi kaybetmiş olabilir miydik?

Zannettiğimiz kadar iyi değil miydik artık yoksa?

Para-pul gözlerimizi kör etmiş, dünya gözümüzde büyümüş, vicdan küçülmüş olabilir miydi?

***

Değiştik.

Eskiden “iki göz oda olsun huzurumuz olsun” diyenler şimdilerde ikinci evi, ikinciyi alanlar üçüncü evi kovalar oldu.

Eskiden bir ihtiyaç sahibi gördü mü varını yoğunu paylaşan bizler şimdi yediğini içtiğini paylaşır olduk bir ihtiyaç sahibi görür mü diye düşünmeden.

Yokluğun hakkını veren, kıt kanaat geçinirken mutlu, huzurlu olan biz, Türkiye’nin insanları varlığın hakkını veremedik.

Sokakta yanımızdan geçene tahammül edemez olduk. Son 20 yılda “Niye bakıyorsun” diye 500’ün üzerinde cinayet işlendi yaşadığımız topraklarda.

İşimizin düşmeyeceğini bildiğimiz adama selam bile vermez olduk. Yıllarca kapımızın önünü süpüren temizlik görevlisinin, güvenlik görevlisinin adını bilmiyor, sesini duymuyoruz. Kibir başımızı çevirttirmiyor ona doğru.

Birbirimizin inandığına saygı göstermek yerine “Sen de benim inancıma saygı göstermiyorsun” kalkanının ardına sığınıp ağzımıza geleni saydık.

Devlet Suriyelilere kucak açtı açmasına, çokça da yardım yaptık. Ama kibirle, küçümsemeyle bakanlar hiç eksik olmadı. “Defolsun gitsinler” diyenler hiç bitmedi. “Gitsin ülkelerinde savaşsınlar” diyenler hiç tükenmedi.

Oysa yıllarca Almanya’ya göçen Türk işçilerine yapılan kötü muameleyi ayıplayan da, “bunlar da insan mı be” diyen de, “Şu gavurlarınki de iş mi” diye öfkelenenler de bizlerdik. Hiç de öyle ensar gibi değil, acıyarak baktık, itiraf edelim.

Bize ne oldu da sevmediğimize, tenkit ettiğimize benzedik?

Farklı görüştekini aşağılamak, alay etmek prim yapar oldu. En güzel yapanlar tepelere yükseldi. Küstahlık, alaycılık, kibir geçer akçe oldu. 

Suriyeli annenin ve yavrularının cenazesi haberlerini izlediyseniz görmüşsünüzdür. Polis araçlarının etrafını kuşatıp “Bize verin onları” diyen, linç etmek isteyen vatandaşları.

Bize verin onları” diyenlerin evlerine gitsek, kaçının eşinin bedeni yara bere içinde? Fiziksel, değilse de sözlü şiddet görüyor?

Kaçının çocuğu dayak yeme korkusundan tit tit titriyor?

Kaçı çalışanını eziyor, kaçı hakkını veriyor, kaçı çalıştığı yeri velinimet biliyor, hakkıyla çalışıyor?

Sadece onların değil, herhangi bir kapıyı çalın. Gelin, birbirimizin evine gidelim çatkapı.

“Gerçek Müslüman, odur ki Müslümanlar kendisinin elinden ve dilinden emindir.” hadisine kaçımız uyuyoruz?

Kısacası, hiç yanıltmasın sizi o tepkiler. O tepkileri içimizdeki kötü yanımıza veriyoruz. O canileri, katilleri linç ettikçe kendimizi kusursuz, günahsız ve huzurlu hissediyoruz.

Biz esas içlerimizdeki kötüyü, doyumsuzu, kibri linç etmedikçe daha çok “verin onu bize” diye bağırılır bu memlekette.

***

Rahmetli Emani’nin eşi cenazeleri alıp ülkesine dönerken şöyle diyordu : “Cenazeleri alıp gideceğim, geri dönmeyeceğim. Onların hayatını ve namusunu korumak için gelmiştim gerek kalmadı”.

Sahi, biz bu lekeyi nasıl temizleyeceğiz? Oturup düşünme vaktidir...