Yol yakınken

Türkiye’yi bir anda ciddi bir krizin eşiğine getiren gelişmelerin, bölgeden, dünyadan ve bu gelişmelerin bizdeki karşılığından bağımsız olduğunu, hala ve inatla öne sürenlere daha ne söylenebilir bilmiyorum.

Son on yılın en kritik sözcüğünü yazmak istersek ilk tercihim ‘hesaplaşma’ olur. Şurası çok açık. Türkiye on yılda muazzam bir değişim sürecinden geçerken, Soğuk Savaş döneminden tutun, geçtiğimiz yüzyıl kendisine dayatılan tüm kodlara kadar ciddi bir hesaplaşma içine girdi.

Yüzyıl önce, ilgilerini ve tezlerini keskin paylaşım savaşları sonunda çizilen siyasi sınırlara hapseden Ankara; şimdi cesurca ve yeni bir yorumla, doğal sınırlarında hareket etmenin oyun kurgusunu hazırlıyor. Soğuk Savaş döneminde kendisine dayatılan duruşu ve hali hazırda bunun makyajlı halini reddeden çıkışlarıyla da hem destek buluyor, hem de ciddi tepkiler alıyor.

Dün Bosna’da, bugün Suriye’de, Mısır’da olup bitene sessiz kalıp ardından ‘kurtarıcı’ rolüne soyunan dünya sistemi, böyle itirazlar istemiyor. Razı olacağı çıkışlar, sistemin ‘gazını almaya’ dönük; ötesinde tehlike çanları çalmaya başlıyor.

Davos’ta yaşanan ‘One minute’ ve benzeri çıkışları, sistemin Erdoğan’a bahşettiği ‘kontrollü itiraz alanı’ olarak görenler, şimdi olup biteni nasıl yorumluyor, bilemiyorum. Ancak artık Ankara yola çıktı. Bu kervanı durdurmak isteyenler, attıkları her adımda çok daha kötü pozisyonlara savruluyor.

***

Tayyip Erdoğan, bırakın siyasi muhalefeti bir kenara; genel başkanı olduğu siyasi partiyi, hatta yola çıktığı ekip arkadaşlarının pekçoğunu aşan bir vizyon ve cesaretle yola devam ediyor. Diyarbakır’da Barzani’yle görüşen, ama aynı zamanda müzakere sürecini de yürüten bir liderlik bu.

Yeri gelmişken özellikle Erdoğan’ı ‘Elinden Kürt kartını alırsak, geriye birşey kalmaz’ diye görenler, bazı konularda yanılıyor. Burada sanıldığından çok daha büyük bir gelecek inşası var ve Türkiye’nin avantajları görünenden daha fazla.

Birincisi, Türkiye’nin doğal coğrafyasında Kürtlerle aradığı ittifak ve barış, öyle sıradan ve ertelenebilecek bir arayış değil. Bu hem coğrafyanın kaderi, hem ortak kader ve gelecek, hem de kim ne derse desin bir büyük barışın adı.

İkincisi, bu barış arayışının önemli aktörleri, özellikle Gezi’den 17 Aralık krizine kadar uzanan çizgide duruşlarını bozmamış, sadece daha demokratik bir Türkiye’nin bu büyük sorunları aşabileceğine dair desteklerini sürdürmüştür. (Birdenbire Kürt sorununa dokunan her davanın aleyhte kararlarla sonuçlanmaya başlaması ne tesadüftü değil mi! Zamanlama manidar desek olur mu, olmaz. Komplocuyuz!)

Üçüncüsü, bu barış hali, oluşturulmak istenen havanın aksine, öyle tüm dünyanın karşı çıktığı, düşman kesildiği bir durum da değildir. Bir kez daha yazıyorum, her kim bu süreçte Türkiye’yi tüm dünyayla kavgalı, çatışma halinde ve uzlaşmaz göstermeye çalışıyorsa, onun yeri kriz tüccarlarının yanıdır. Ankara, kavgayı sürekli hale getirmenin değil, barışı kalıcı kılmanın yollarını arıyor.

Nihayet dördüncüsü şu: Gelin etmeyin, eylemeyin. Bu krizden çıkışın da, yeni bir gelecek tasavurunun da lideri Tayyip Erdoğan. Buna dün de pek inanmadınız, işler yoluna girsin sonra icabına bakarız dediniz. Ama Erdoğan sizi her defasında mahçup etti. Bugün savaş açtınız, ama inanın yine sizi fırtınadan koruyacak güvenli limanın adresi Erdoğan. 

Yol yakınken...