Yoldaki izler

Bir yol var. İçine çirkefin bulaşamadığı bir yol. Temiz ve yerli.

Yakın tarihimizde, milletin yetiştirdiği en büyük alimlerden, mazlum ve mağfur, İskilipli Atıf Hoca’nın yürüdüğü, yürürken şehid edildiği yol. Bir akşam, İstanbul Aksaray’daki evinden alınıp götürülen, Anadolu’da mahkeme mahkeme dolaştırıldıktan sonra, İstiklal Mahkemesi katilleri tarafından idam edilen o mazlumun yolu...

Şeyh Esat Efendi’nin yolu. İki jandarmanın arasındaki fotoğrafı muhteşemdir. Sanki iki jandarma, bir insanı değil, Kur’an-ı Kerim’i götürüyor. Zindanda öldü Şeyh Esad Erdebili. Zehirlendiği söylenir. (Bugünlerde girişilen saldırırın bir ucu onun takipçilerine isabet etti. Allah, onlara yapılan hileleri tersine çevirsin.)

Bediüzzaman’ın yolu. Takva çizgisinden bir an bile inhiraf etmemiş. Başındaki sarığına kimseyi dokundurtmamış, yaşadığı dönemdeki herkesten alim olduğu halde, resmi belgelere imza atmamış, parmak basmış. İşte, O ‘mücahid’in yolu.

Milletimiz, Kur’an-ı Kerim’i çok sever. Ben, evindeki yıpranmış mushafı hanesinin reisiymiş gibi sevip sayan, hürmet eden ne ümmi adamlar gördüm. Gözlüğünü takıp O’nu heceleye heceleye okumaya çalışan. Mushafın yıpranan yerini, idare lambasının ışığında ‘e’uzü besmeleler’ çeke çeke, salavatlar getire getire tamir eden, güzel ihtiyarlar.

Ve, pervanenin ışığa koşması gibi, Kur’an-ı Kerim okumaya koşan çocuklar...

Jandarma gelirse diye, kapılara bacalara gözcü koyup, Allah’ın hoşnutluğu için köyün çocuklarını okutan ehl-i Kur’an muallimler. Onların yolu.

‘Hocaların Hocası’ Çifaruksalı Aşık Kutlu, onlardandır. Babacığımın hocası, yüzlerce hafız yetiştirmiş Düzceli Hafız Hasan Efendi onlardandır. Daha nice isimsiz kahraman, isimsiz şehit vardır o yolda.

Süleyman Hilmi Tunahan, o isimler arasında, bir büyük, bir muhteşem semboldür. Bediüzzaman, nasıl iman telaşına düştüyse, Süleyman Efendi de, bir Kur’an telaşına düşmüştür. İşte, O’nun yolu...

Dünyanın en mazlum şairlerindendir Mehmet Akif. Ve dünyanın büyük sürgünlerindendir.

O’nun yolu...

Ve onların, salih takipçilerinin, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden o ilk ‘takva kuşağı’nın talebelerinin yolu.

Onların hepsinin adlarını vird edinsek yeridir. Rütbesi en az olanın dahi yanına varıp, ömrümüzce hizmetlerini yapsak, yeridir.

Allah, onların dualarını yanımızdan yöremizden eksik etmesin.

Biz, matbuat alemindeyiz. Bizim, mesleğimizdeki büyüğümüz, Üstad Necip Fazıl’dır.

‘Dava’ kelimesi, Üstad’ın lisanına çok yakışırdı.

‘Mukaddes emanetin dönmez davacısıyım.’

Öyle bir ‘dava adamı’ydı o. “Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşını gediğine koymak” onun emanetiydi.

‘Sonsuzluk kervanı, peşinizde ben/Üç ayakla seken topal köpeğim.’

Rütbe yok. En sonuncudan sonraki takipçi.

İşte, o yol.

Dünyanın başka diyarlarında kardeşleri vardı onların.

Hindistan’da, Mısır’da, Mağrib’de, bildiğimiz, bilmediğimiz nice yerde.

Sezai Karakoç’un ‘Ötesini söylemeyeceğim’ şiirindeki kadar meçhul. Ve o şiirdeki kadar malum.

Hasan el Benna. Seyyid Kutub. Asil ve temiz şehitler. (Yazımın başlığında Seyyid Kutub’dan bir iz var.)

Aklımın erdiği kadarıyla, merhum Şeyh Senusi...

Malik Bin Nebi.

‘Ölümsüz müdafaa’nın sahibi Mevlana Ebu’l Kelam Azad. O’nun memleketlisi Ebu’l Ala el-Mevdudi.

Filistin’in büyüğü, Şeyh Ahmet Yasin.

Balkanlardaki zarif ve mütevazı kahraman. Sarayevo sokaklarında, ateş çemberinin içinde, kendi halinde bir şehirli gibi yürüyen Aliya İzetbegoviç.

Onların tertemiz yolu.

Onlar zulmetmediler, zulme maruz kaldılar.

Hile yapmadılar, hilelere maruz kaldılar.

Esma Biltaci’nin Rabiatü’l Adeviyye meydanında, zulmün şahidi olarak ölmesi gibi... Allah’ın, Furkan Doğan ve kardeşlerini Akdeniz’de, Filistin sularında ‘Şahidler’ edinmesi gibi...

Onlar, hiç kimseye ‘haksızlık yapma lisansı’, ‘zulmetme lisansı’ vermediler.

Onlardan, onların yolundakilerden, Müslümanlara hiç bir keder gelmedi.

Onların hiçbiri, Müslümanlara kem söz söylemedi.

Onların hiç biri, talebelerini, ‘Altı Ok’a veya ‘Darü’l İslam’ın başka beldelerindeki muadillerine ‘hadim’ etmeye uğraşmadı.

Biz, yıkık dökük insanlarız. Yürümeyi, hatta ‘sürünme’yi bile beceremeyebiliriz. (Sadık Albayrak’ın kulakları çınlasın.)

O yolda yürüyen en sonuncudan sonraki yolcuların sürekli örtülmeye çalışılan ayak izlerini tefrik etmek büyük bir nimettir bize.

Allah, o nimeti yeryüzünden eksik etmesin.

‘Mevlid’iniz mübarek olsun.