Yoldan gönüllü çıkanlara ağıt!

Aslında bu kadar gerginliğe hiç  gerek yoktu.     Bazı konularda geri adım atsaydık huzurumuz kaçmayacaktı. Beklendiği gibi davranıp kendimizi ‘oyun kurucu’ ilan etmeseydik bunların hiçbiri olmayacaktı. Haddimizi bilemedik, dünyaya ilgi gösterdik, mazlumlara kucak açtık, zalimlerin sularına yelken açıp kardeşlerimize el uzattık.

Gazze’de katledilenlere, kamplarda ölüme terkedilenlere ilgi göstermeseydik, hele bu zulmün sahiplerine ‘Dur bir dakika’ diye haykırmak yerine, ululuslararası platformlarda pişkin pişkin oturmayı tercih etseydik; yüreğimizdeki Kudüs hasretini ifşa etmeseydik bunların hiçbirini yaşamayacaktık. Zalime itaat etmek, izniyle hareket etmek varken, Tarık bin Ziyad misali yollara koyulmak da nereden çıktı.

Dün ‘Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü’ diyorduk. Şimdi ne demeye kalkıp Şam’da, Halep’te kim kime ne yapıyor, kim zalim kim mazlum onun hesabına girdik. Üzerimize vazife miydi Hama’daki katilleri hatırlatmak, bize mi düşerdi yeni Hamalar, Halepçeler yaşanmasın diye çırpınmak. Biz kim oluyorduk ki mazlumların arşa yükselen feryadına kulak verdik, ne demeye kalbimiz ‘İstanbul Haleptir, Diyarbakır Kerkük’tür’ diye atmaya başladı.

Mısır’da halkın temsilcisi olarak yönetime gelen insanları desteklemek yerine, yıllar yılı zulümle Nil’in sularını kana bulayan zalimlere sessiz kalsaydık; meşru iktidarı dünyanın gözünün içine baka baka deviren darbecilere ‘endişeyle izliyoruz’ filan kabilinden bir  iki laf edip, önemli olan meşruiyet değil ‘güç’tür deseydik, Sisi’lerin sinsiliği ile sürüngen misali yaşamak varken, başı dik Mursi’lerden bize ne deseydik.

Pazar yazılarında servise sunduğu şaraplarının tadı kaçan adamları dinleyip ‘Ortadaoğu bataklığı’na girmeseydik; bunların hiç ama hiçbiri başımıza gelmeyecekti.

***

Bizi bunca hataya, bunca yanlışa, stratejik hataya sürükleyen sebepler  var elbette.

Ah o sebepler! Ah bizi başı dik ve onurlu bir geleceğe davet edenler! Ah ki bize tedbir ve de teenni ile hareket etmeyi unutturanlar! Bizi sürekli maslahat üzere davranmaya, ruhsat üzere yaşamaya davet edenlere kulak vermeyip, bir de ‘azimet’ var, onur var, hesap günü var diyenleri dinledik; halimiz ortada.

İflah olmayız. Kanımıza girmişler bir vakitler. Filistin demiş, gönül coğrafyası demiş, ümmet demiş adam bir daha düzelmiyor ne çare.

İşte buyrun kanımıza girenlerden Osman Sarı ‘Hüzün Şiiri’ adı altında bizi nasıl ‘Ortadoğu bataklığı’na sürüklüyor:

‘Çöl çöl olmuş kalbimiz bir hal olmuş bize /Şam nerede bu akşam bir hal olmuş bize /Yağmalanmış kalbimin ülkesi Kudüs /Filistin ve Endülüs bir hal olmuş bize /Buhara nerede ey baharı unutmuş kalbim / Şam nerede bu akşam bir hal olmuş bize / Sürülmüş sahipleri canım İstanbul’un / Tükenmiş gurbetlerde bir hal olmuş bize / Sen niçin susmaktasın ey şiiri şairin / Bu zulüm boğmuş bizi bir hal olmuş bize / Kan gölleri içinde şimdi Filistin gülleri / Kapanmış Kudüs yolları bir hal olmuş bize / Ey bizi bekleyip bekleyip hüzünlenen çağ /Bir hal olmuş bize bir hal olmuş bize’

Sahi ne oldu bize...