Beşiktaş’ın ilk yarı performansına ilişkin analizleri haftaya bırakıyorum. Ronaldinho başta, transfer konusuna da girecek değilim. Hem yönetimin hem camianın önünde iki önemli konu duruyor. Başka her husustan daha önemli, daha öncelikli iki konu. Kısaca bunlara değineceğim bugün.
İlki K.Paşa maçı. Daha önce de yazdım: TFF’nin kararı bu kadar geciktirmesi bile bir skandal. Sanki teorik fizik problemi çözüyorlar. Gerçi bariz bir kural hatasını “refleks süresi” gibi tuhaflıklarla örtmeye, hakemin inisiyatif eksikliğini ve maçın tatilini gerektirecek bir saldırıyı göz ardı etmeye yönelen MHK her tür formülü üretmeyi başardı. Ben Beşiktaş lehine bir karar bekliyorum. Böyle olmazsa, yönetim sezon boyunca bu konuyu gündemde tutmalı. Beşiktaş’ın uğradığı haksızlığı yüksek sesle dile getirmeli ki gelecekteki haksızlıkların önünü kesmeyi başarsın. Yoksa “böyle gelmiş, böyle gider”emahkum kalırız bir kez daha.
Gelelim ikinci konuya: Ülkede ciddi bir hukuk tartışması yaşanıyor. Yeniden yargılama dahil, pek çok seçenek gündemde. Şike soruşturmasının ardından sayısız yazı kaleme aldım. Vicdani kanaatimi en baştan dile getirdim. İddianameyi, konuşma dökümlerini de içeren dosyaları özenle okudum ve hep aynı şeyi söyledim: Beşiktaş bu şike soruşturmasına meze edilmiştir. En fazla “usulsüz transfer görüşmesi” sayılacak bir konu suça dönüştürülmüş, Beşiktaş büyük bir haksızlığa uğramıştır.
Bugün şike davası da hararetle tartışılıyor, haberlerde bile Beşiktaş’ın adı geçmiyor neredeyse. Böyle şey olmaz. Ben hukukçu değilim. Ama Beşiktaş yönetimi her tür hukuki olanağı seferber etmeli, farklı hukuki senaryolar hazırlamalı tez elden. Ve bunu büyük bir ciddiyetle takip etmeli. K.Paşa maçındaki haksızlığın on katı ses vermeli. Beşiktaş yönetiminin en büyük önceliği bu olmalıdır. Beşiktaş adına çalınan kara bir an önce temizlenmeli. Yönetimden bu yönde ciddi girişimler bekliyorum.
Bitirirken: Şükrü Karaca’yı yitirmenin acısı içime oturdu, çıkmak bilmiyor. 30 yıllık dostumdu. Hemen her konuda tartışmış, kavga etmişizdir, ama küslük, dargınlık anımsamıyorum. Öyle de bir adamdı. Ütopist ve asi gençlerin Genç Sanat’ta başlayıp Sakarya Çay Ocağı’nda devam eden serüveninin ayrılmaz bir parçasıydı. Şükrü’yü hep özlemle anacağım.