Yoo, gayet iyi izah ediyorsunuz!

Birazdan okuyacağınız sorulara, öncelikle, “İkinci Tahrir toplaşmasını” idealize eden ve “Bu gördükleriniz Mısır’ın çiçek çocuklarıdır... Bakın ne güzel direniyorlar, ne güzel özgürlük istiyorlar” diyen arkadaşlar cevap versin.

Bu “arkadaşlar” arasında bol sayıda gazeteci, yazar, akademisyen, reklamcı, sanatçı ve “eyyamcı” var.

Holding yöneticisi ve bankacı da var...

Birinci soru:

Hüsnü Mübarek’in tahliye edilmesi, vicdanınızda makes buldu mu? Daha doğrusu, nasıl makes buldu?

İkinci soru:

Darbecilere konfeti ve gülücük yağdıran Tahrir sakinleriyle kurduğunuz empatiyi, darbeye direnirken ölen binlerce masum insan için de kurdunuz mu? Kurmayı düşündünüz mü?

Üçüncü soru:

Mesele üç beş ağaç değilse ve Gezi toplaşmalarında asıl amaç geniş kitlelerin özgürlüğüyse, Mısır’da “özgürlük kaybı” olarak dönen askeri kalkışmayı nasıl izah ediyorsunuz?

Efendim?

İzah edemiyor musunuz?

Hayır, gayet iyi izah ediyorsunuz... Sisi’nin askerlerinin “terörizmle savaştığını” ileri sürüyorsunuz ve buna inanmamızı bekliyorsunuz.

Daha insaflılarınız, “Mısır’da karışıklık” yahut “Mısır’da müdahale” türünden, genel geçer ve esasında hiçbir şey anlatmayan ifadelerle durumu geçiştiriyor.

Büyük müttefik ABD’nin Dışişleri Bakanı, “Ordu Mısır’da demokrasiyi kurmaya çalışıyor” demişti.

Bir gazeteci ağabeyiniz de, “bazı darbelerin demokrasi getirdiğini” ileri sürmüş ve bir hükümet darbesiyle sonuçlansa da, Gezi türünden kalkışmalardan korkulmaması gerektiğini öğütlemişti.

Mısır’daki “tahkim edilmiş” demokrasiyi gördünüz...

Hoşnut musunuz?

Binlerce ölü...

Keskin nişancılar...

Baltacı katiller...

Sokağa çıkma yasakları...

Harabeye çevrilen camiler...

Kapatılan partiler ve dernekler.

Mahbese tıkılan muhalifler...

Böyle bir demokrasinin, aynı argüman ve enstrümanlarla Türkiye’de de kurulmasına “evet” diyor musunuz?

Efendim?

Elbette “evet” diyorsunuz... “İkinci Cumhuriyet”i (27 Mayıs 1960’ta) böyle kurmuştunuz; “önce cumhuriyet, sonra demokrasi” sloganıyla...

Birincisini tahkim ederken “Takrir-i Sükûn” ve “İstiklal Mahkemeleri”ni devreye sokmuş, ikincisinde “Yassıada” mekanizmasını çalıştırmıştınız.

12 Mart 1971’de “üçüncüsü” için umutlanmıştınız.

Dördüncüsünü (ilginçtir) Kenan Evren’den beklemiştiniz...

Evren’in yaptığı darbe sosyalist devrime giden kapıyı aralar mı diye umutlandığınızı çok iyi hatırlıyoruz... (Bkz. İlhan Selçuk’un “sıcak günlerde” yazdığı yazılar...)

Evren darbenin yönünü değiştirince de, işi “faşizme karşı direnişe” dökmüştünüz.

Bu kez hedef, “makarnacı ve kömürcü” tayfasının sırtında yükselen hükümeti “Kutlu Gezi Devrimi”yle alaşağı etmek (Bu bir devrim Banu... İçimden devrim demek geçiyor...), “Yüce Divan”a otobüs seferleri düzenlemek ve erken günahı bir iktidar programını desteklemek olan insanları mahbese tıkmaktı...

Dolayısıyla, Gezi toplaşmalarının da bir darbeyle sonuçlanmasını istediniz, beklediniz ve kendinizi bunun “psikolojik altyapısını oluşturmaya” vakfettiniz...

Bir soru da, “Bu bir katliam... Annelerinin kucağından çocuklarını alıp götürüyorlar... Polis katliam hazırlığı yapıyor...” diyen arkadaşa sormak isterdim ama yer kalmadı.

Galiba toleransım da kalmadı.

Baktığımda, hissettiğim derin bir “tiksinti...”

Sadece bu.