Almanlarýn þöyle bir sözü vardýr: “Das Unmögliche wird sofort erledigt. Wunder dauern etwas länger.” Ýmkânsýz derhâl hallolunur. Mûcizeler biraz zaman alýr.
Bir bakýma günümüz Türkiyesi için söylenmiþ sanabilirsiniz.
Öyle tuhaf bir ülkede yaþýyoruz ki deðiþimleri âdetâ çýplak gözle izleyemiyorsunuz. Bir yavaþlatýcý olsa ancak görebileceksiniz.
Genel olarak “eski” ile “yeni” arasýndaki farklar irkiltici oluyor.
Ülkemizde 1880-1909 arasý gazetelerde “burun” ve “yýldýz” yazmak Devlet’in resmî kurumlarýndan biri olan “Sansür Dâiresi” tarafýndan yasaklanmýþdý. Sebebi Sultan II. Abdülhamid’in iri bir burnu olmasý ve “Yýldýz Sarayý”nda ikaamet etmesiydi. Bu kelimelerin, Sultan aleyhine birer “telmih” ihtivâ etmesi ihtimâlinden korkulduðu için bürokrasi “Neme lâzým, ben peþînen gardýmý alayým da sonra derdsiz baþým derdegirmesin!” kurnazlýðýyla kelimeleri topdan yasak edip “tehlike”yi savuþturmuþ oluyordu.
Onun için meselâ “Rüzgâr Yýldýza döndüðü için teknenin burnunu Büyükada cihetineçevirdik.” gibi bir cümle kurmak, maazallah, kendi baþýný nâre yakmak gibi bir þeydi. Zâten basýlmazdý, çünki ertesi gün basýlacak yazýlar, Sansür Dâiresi’ne gönderilmeden önce her gazetenin kendi sansür denetleme görevlisince taranýyordu ki ez-kazâ herhangi bir “münâsebetsiz” kelime, iþ daha resmiyete intikâl etmeden evvel elenip yok edilsin!
Derken, efen’im, Allâhýma þükürler olsun bu Allâhýn belâsý Osmanlýlar Allâha þükürler olsun baþýmýzdan defolup gitdiler ve Allâhýn inâyetiyle Cumhûriyet rejimi ârýz oldu.
Yüce Önder Devr-i Saâdeti’nde ortalýk süt-liman ve çevremiz güllük-gülistanlýk olduðundan bu yýllara dâir herhangi bir þey þeyetmenin þeysi yokdur.
Bana inanmayanlar, diyelim ki, Kemâl Tâhir’in þeylerini þeyedebilirler ama o da aslýnda epeyice þey bir yazar olduðundan ona da tam þeyetmek insaný okuyucu olarak þeyetmez. Neyse...
Vaktâ ki Ýsmet Paþa’nýn Devr-i Saâdeti sökün eder, iþte o zaman da baþka kelimeler netâmeli hâle gelirler; meselâ “saðýr” kelimesi. Çünki mâlûm “Millî Þef”imizin kulaklarý, yâhut bir kulaðý aðýr iþitirdi. Saðýr yazdýnýz mý Ýsmet Paþa’ya hakâret etmiþ sayýlýrdýnýz.
Ama Atatürk zamânýnda baþlayýp sonra Yüce Önder ayýlýnca vazgeçilen “Dil Cinneti” yüzünden, yazanýn bile iki gün sonra mânâsýný anlayabilmek için sözlüðe bakmak zorunda kaldýðý Öztürkçe kelimeler netâmeli sayýlmýyordu.
Onun içindir ki Orhan Seyfi, baþýna bu yüzden bir belâ gelmesi tehlikesi ortadan kalkýnca, yâni Ýsmet Paþa iktidardan düþünce, bütün yiðitliðiyle meydana fýrlayarak þöyle mýsrâlar döktürebilmiþdir:
“Doldu uydurma saçma laflarla
Güzelim Türkçenin hemen yarýsý.
Ne güzel intikam olur dilini
Cazz deyip soksa bir eþek arýsý!”
Aslý aranýrsa bu yazýda zavallý bir bostan katýrý gibi mütemâdiyen ayný dâire üzerinde taban tepiþimize deðinerek biraz derdleþmek istemiþdim.
Kilometrelerce bir izin ardýndan giderek yol aldýðýmýzý sanýyor ve fark edemiyoruz ki o izler bizim, daha önceki turlardan geriye býrakdýðýmýz kendi ayak izlerimiz.
Velhâsýl öyle hýzla deðiþiyoruz ki çýplak gözle fark etmek imkânsýz...
Yasak kelime derseniz o da aklýma gelmiyor.
Bu da Allâhýn bir hikmeti iþte...