Yükseköğretimde brüt okullaşma oranı

Brüt ifadesine fazla takılmayalım, bu kavram yani brüt okullaşma oranı, örgün yükseköğretimdeki toplam öğrenci sayısının teorik yaş grubundaki toplam nüfusa bölünmesi ile bulunan bir oran.

Kalkınma Bakanlığı’nın 2014-2018 Onuncu Kalkınma Planı verilerine göre 2006 senesinde yüzde 29.1 olan yükseköğretimde brüt okullaşma oranı 2013 senesinde yüzde 47.2 olmuş.

Onuncu Kalkınma Planı’nın tahminine göre de 2018 senesinde söz konusu oran yüzde 55 olacak.

Açık öğretimi de oranlara dahil ederseniz 2013 senesinde yükseköğretim brüt okullaşma oranı 81.6 olurken, 2018 projeksiyonu, tahmini yüzde 94’e çıkıyor.

Bu sayılara (oranlara) lisansüstü yani master ve doktora öğrencileri dahil değil.

Unutmayalım, hatırlatalım, bu analizler, bu oranlar hep yükseköğretim lisans aşaması tanımının aynı olduğu, değişmediği, değişmeyeceği varsayımı üzerinden yapılıyor.

Star Gazetesi’nde pazar günleri yazdığım eğitim yazılarını okuyanlar hatırlayacaklardır, bendeniz ısrarla yükseköğretimin lisans yani ilk dört senelik aşamasının tanımının ve biçiminin radikal bir biçimde dönüşümünü, değişimini savunuyorum, Onuncu Kalkınma Planı’nın verilerini temel alarak bugün yine bu konuya gireceğim.

Açık öğretimi asla küçümsemiyorum, hatta çok önemsiyorum, çok yararlı buluyorum ama benim derdim örgün öğretimin yapısıyla.

Örgün yükseköğretimde 2018 senesi için öngörülen yüzde 55’lik oranı doğrusu çok yetersiz buluyorum.

Bu oranın, şayet yükseköğretim lisans programlarında gerekli tanım değişikliği yapılır ise, yüzde yüze yaklaşmaması için bir neden yok.

Ancak, bu oranı yakalayabilmek için yapılması gereken işler var.

Bu işlerin başında da lisans süresinin üç yıla indirilmesi geliyor.

Türkiye’de kısa ve orta vadede lise öğretiminin radikal bir biçimde iyileşmesini beklemek mümkün değil, nüfus baskısı, ücret politikalarına bağlı olarak öğretmen profili bu iyileşmeye engel oluşturan temel faktörler.

Lise mezunu yani üniversiteye giren öğrenci profili veri iken üniversite lisans aşamasından ciddi bir mesleki formasyon vermesini beklemek çok anlamsız.

Yükseköğretim lisans aşaması toplum bilimlerinde ya da doğa bilimlerinde bir temel vermekten öteye gitmemeli zaten de gidemez, gidemiyor.

Lise sonrası dört senede hukukçu, mühendis, mimar yetiştirme politikaları Türkiye’yi 21. Yüzyılda bir diplomalı yetersizler ülkesi yapabilir.

Lise aşaması sonrası sistemi 3+3 gibi bir modele çevirmek, ilk üç senede yükseköğretim okullaşma oranını yüzde yüze yakınlaştırmak, ikinci üç senelik bölümü de daha profesyonel ama girişi daha rekabetçi bir modele dönüştürmek düşünülebilir.

ABD’de olduğu gibi hukuk, tıp gibi öğretim türlerini üç senelik yükseköğretim sonrası gerçekleştirmek şart.

Lise sonrası dört senede bir gencin hukukçu olması, savcı, hakim olması kabul edilebilir bir şey değil.

Mevcut sistemle biz bugün yükseköğretimde “mış” gibi yapıyoruz, bunu aslında herkes görüyor, biliyor ama kimse açık açık “kral çıplak” diyemiyor.

Yükseköğretimde “mış” gibi yaparak da 21. Yüzyılın rekabetçi küresel ortamında ne yapabiliriz belli değil doğrusu.